Please enable / Bitte aktiviere JavaScript!
Veuillez activer / Por favor activa el Javascript![ ? ]
DMCA.com Protection Status

vavoo


NOTICE Notice: This is an old thread. It was started 582 days ago, there may be recent replies. Consider making a new thread before posting.
Sayfa 1 Toplam 3 Sayfadan 123 SonuncuSonuncu
Toplam 46 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 20 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Kendime Ayit Eserler

  1. #1
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Kendime Ayit Eserler

    GEZGİN ŞEHMUZ İLE VEZİR CAMBAZ ALİ

    Gezgin Şehmuz daha önce adını hiç duymadığı bir ülkeye gitmiş. Bu ülkenin insanları mert, dürüst ve cengâver kimselermiş. Komşu ülkelerden birisi hariç diğerleriyle iyi geçinirlermiş. O iyi geçinemedikleri ülkenin kralı kendi halkına bile rahat, huzur vermezmiş. Ortada hiçbir sebep yokken sefere çıkılacak diye para toplar, genç-yaşlı demeden herkesi silah altına alır, küçük bir sınır olayını bahane ederek komşu ülkelerden birine saldırıp savaş çıkarırmış. Gezgin Şehmuz’un ziyaret ettiği ülkenin hükümdarı iki ay önce ordusuyla birlikte şımarık krala haddini bildirmek için, sınırı geçmiş. Oğlu on dört yaşında olduğundan ülkenin yönetimini Vezir Cambaz Ali’ye bırakmış.

    Gezgin Şehmuz köy, kasaba, şehir demeden ülkenin birçok yerini gezmiş, dolaşmış, yeni insanlarla tanışmış. Anlatmışlar, dinlemiş; anlatmış, dinlemişler. Bir gün akşamüzeri gecelemek için bir han önünde durmuş. Atını ahıra bakan hizmetkâra teslim edip hana çıkmış. Akşam yemeği biraz sonra yenecekmiş. Kendisini sofraya buyur etmişler. Yemekler yendikten sonra, Gezgin Şehmuz ocağın önüne oturmuş, diğer dört yolcuyla sohbet etmeye başlamış. Aradan yarım saat geçmiş geçmemiş, han kapısı kuvvetlice çalınmış. Hancı kapıyı açar açmaz içeri on bir tane asker girmiş. Gezgin Şehmuz ve öteki yolculara: “ Bize karşı gelmezseniz, size zarar gelmez. Sesinizi çıkarmayın. Yemek yiyip birkaç saat sonra çekip gideceğiz “ demişler. Orada bulunanların ellerini, ayaklarını bağlayıp, mahzene kapatmışlar.

    Yüzbaşı Halil ve askerleri Vezir Cambaz Ali görevli olarak göndermiş. Cambaz Ali, maliye işlerinden sorumluymuş. Hazinede toplanan paralar, altınlar, gümüşler, onun hazine defterine yazılırmış. Gelirler, giderler, harcamalar bu defterde açıkça belirtilirmiş. Vezir olduğu ilk yıllarda maliye işlerini dürüst bir şekilde idare etmiş ve padişahın güvenini kazanmış. Sonraları padişahın güvenini kötüye kullanmaya başlamış, yoksulluk sınırının biraz ötesinde yaşayan halktan alınan vergileri çoğaltarak, bu paralarla akıl almaz harcamalar yapmaya, kendisine evler, araziler satın almaya başlamış. Padişahın iki aydır ülke dışında olmasından yararlanan Cambaz Ali, üst düzeydeki yöneticiliklere kendi adamlarını tayin ederek, bir oldu-bitti ile padişah olmak istiyormuş. Padişahın oğlu Şehzade Veli bir ay önce bu durumun farkına varmış. Bir gece gizlice vezirin odasına girip hazine defterini, padişahın mührünü ve önemli evrakları almış, padişaha durumu haber vermek için, dört adamıyla birlikte saraydan ayrılmış. Sabahleyin hazine defteri, padişahın mührü ve önemli evrakların çalındığını, gece yarısı şehzadenin saraydan ayrıldığını öğrenen Cambaz Ali, Yüzbaşı Halil’i takibe çıkarmış. Yüzbaşı Halil askerlerle birlikte şehzadenin peşine düşmüş. Günlerce şehzadenin izini sürdükten sonra, kestirmeden onların önüne çıkıp, bu hana gelmişler. Şehzade mecburen bu hana uğrayacakmış, çünkü şehirler arasındaki yollarda dinlenme yerleri fazla değilmiş ve araları oldukça uzakmış. Gece yarısına doğru şehzade ve dört adamı han kapısından içeri girer girmez kıskıvrak yakalanmışlar. Hazine defteri, padişahın mührü ve önemli evraklar gelenlerin üstünde bulunamamış. Bu duruma çok sinirlenen Yüzbaşı Halil: “ Ben size onları sakladığınız yeri söyletirim “ diye bağırmış ve askerlere dönerek: “ Bunları mahzene indirip bağlayın. Ben az sonra geliyorum “ diye emir vermiş.

    Yüzbaşı Halil mahzende direklere bağlanmış olan şehzade ve adamlarının karşısına geçerek: “ Beyler, şimdi söyleyin bakalım, evraklar nerede? “ diye sormuş.
    Şehzade Veli: “ Evraklar padişah babamın, neden sana vereyim? Evrakları aldığın zaman Vezir Cambaz Ali’ye vermeyecek misin sanki? O vezir ki, bu ülkeyi uçuruma sürüklüyor. Halkın parasını kendi çıkarı için kullanıyor. Babam iki aydır seferde olduğundan saraydaki ve ülke içindeki yöneticileri değiştiriyor. Amacı belli: Tahtı ele geçirip, padişah olmak. Böylesine hıyanet içinde bulunan birinin oyuncağı olduğun için utanç duymalısın yüzbaşı. “
    Şehzadenin söyledikleri karşısında önce bir adım gerileyen yüzbaşı: “ Yalan bunlar, yalan! Padişahımızı çok severiz ve gönülden bağlıyız. Vezir için söylediklerinin hepsi iftira. Padişahımız kendisine güvenmeseydi sefere giderken ülke yönetimini bırakmazdı. Sense veziri kıskandın. Evrakları çaldın, kaçıyorsun. Tahtı ele geçirmek isteyen sen olmayasın sakın. “ dedikten sonra tekrar sormuş: “ Son defa soruyorum. Evrakları nereye sakladığınızı söyleyin? Yoksa zor kullanmak zorunda kalacağım. “

    Yüzbaşı Halil biraz bekledikten sonra, şehzadenin üstüne yürüyerek, yumruğunu vurmak için kaldırmış. İşte, tam bu sırada han görevlileri ve yolcularla birlikte elleri, ayakları bağlı vaziyette oturan Gezgin Şehmuz söze karışmış ve şöyle demiş: “ İnsan yumruğunu sıktığı zaman gerçeği, avucunun içinde parmaklarıyla tuttuğunu sanır. Gerçekleri göremeyen gözler daima yanılırlar. Yüzbaşı!.. Parmaklarını gevşetip yumruğunu açmanı isterim. Avucunun içinde sandığın gerçek kocaman bir hiç. “ Mahzende bulunanlar başlarını Gezgin Şehmuz’un bulunduğu tarafa çevirmişler. Yüzbaşı daha sonra havada asılı kalan yumruğunu açmış, bakmış.

    Gezgin Şehmuz: “ Bir ay önce ülkenize geldim. Şehirler, kasabalar, köyler gördüm. Pek çok insanla tanıştım. Vezir Cambaz Ali’nin on kuruşluk bir işi elli kuruşa mal ettiğini söylediler. Şehzadenin söylediklerine katılıyorum. Az önce, padişahımızı çok severiz ve gönülden bağlıyız, dedin. Bu bağlılığı göstermenin zamanı geldi. “

    Bunun üzerine yüzbaşı şunları söylemiş: “ Bunlar ne kadar derin ve anlamlı sözler. Etkilenmemek elde değil. Ancak bir bilge bu şekilde konuşabilir. Arkadaş, kimsin sen böyle? “
    “ Ben Gezgin Şehmuz’um. “
    “ Vay, sen Gezgin Şehmuz musun? Neden daha önce söylemedin? Çözün gezgini. “
    Şehzade ve diğer bağlı bulunanlar da serbest bırakılmışlar. Yıllardır maceralarını dinledikleri Gezgin Şehmuz karşılarındaydı. O, daima doğru düşünür, doğru söylerdi. Mutlak tarafsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlıydı. Şimdiye kadar gezdiği, dolaştığı birçok ülke halkına büyük yararları dokunmuştu. Herkes, onun öğrettiklerinden payını alıyordu. Daha sonra Gezgin Şehmuz, Şehzade Veli, Yüzbaşı Halil ve askerler atlarına binip padişahı karşılamak üzere güneye doğru yollarına devam etmişler. Padişah ise, ordusuyla birlikte sınırı geçtikten sonra düşman karargahına yaptıkları ani bir baskınla şımarık kral yakalanmış, yerine barış yanlısı bir kral tayin edilmiş. Büyük bir savaş olmadan iki ülke arasında barış antlaşması imzalanmış.

    Dönüş yolunda padişahı, Gezgin Şehmuz, Şehzade Veli, Yüzbaşı Halil ve askerler karşılamış. Şehzade, padişaha, Gezgin Şehmuz’u tanıştırdıktan sonra olanları anlatmış. Buna çok sinirlenen padişah ordusuyla birlikte ileri yürüyüşe geçmiş. Planlarının bozulduğunu öğrenen Cambaz Ali, devlet hazinesinde altın-gümüş değerli ne varsa bir arabaya yükleyip saraydan kaçmış. Komşu bir ülkeye sığınmak için batıya doğru giderken, yolda kendisini tanıyan köylüler tarafından yakalanmış. Padişaha teslim edilmiş. Şehzadeden şüphelendiği ve hata yaptığı için onuru kırılan Yüzbaşı Halil’in istifası kabul edilmiş. Gezgin Şehmuz, sarayda iki ay misafir kalmış. Padişah, şehzade ve diğer yöneticilerle en iyi devlet yönetiminin halk yararına olan birçok sorunun çözümlenmesiyle gerçekleşeceği konusunda fikir birliğine vardıktan sonra, yeni ülkeler görmek, yeni insanlarla tanışmak üzere atına binip yollara düşmüş.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  2. Serdar Yıldırım üyemize teşekkür edenler:

  3. Sponsor Reklam
  4. #2
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    İnsan Yiyen Bitki

    İNSAN YİYEN BİTKİ
    Güneş Otel sahibi Ali Bulut otelin bahçesine büyük bir sera yaptırmış ve bu serada tropikal bitkiler yetiştiriyordu. Afrika’dan getirilen et yiyen bir bitki vardı ki, Ali Bulut, onun dört yıldır bir santim bile büyümediğinden yakınırdı. Et yiyordu, balık yiyordu ama büyümüyordu. Aslında bitkinin büyümesi gerekti ve büyüyordu. Öylesine büyümüştü ki, boyu yirmi metreyi geçmişti ama Ali Bulut bunu görememişti. Bitki yukarı değil, aşağı boy atıyordu. Gövde toprak altındaydı. Görünen beyindi. O beyin birkaç ay sonra inanılmaz büyüklükteki gövdeyi harekete geçirecek, bitki insan yiyen bir canavara dönüşecek ve şehrin altını üstüne getirecekti.

    Aradan birkaç ay geçti. Yaz günüydü. Bitki kıpırdanmaya başladı. Beyin giderek yükseliyor ve gövde toprak altından çıkıyordu. Seranın dört metre yüksekliğindeki tavanına çarpan beyin gövdeye yakın kökleriyle serayı kaldırarak Güneş Otel’e fırlattı. Otelin ikinci katının bazı camları kırıldı. Ne oluyor diyerek pencerelere koşan insanlar bahçedeki dev bitkiyi gördüler. Devamlı olarak daha uzun ve kalın kökler topraktan çıkıyordu. Korkuya kapılan insanlar otelin çıkış kapısına ve yangın merdivenine hücum ettiler. Bu insanlardan çoğu kökler tarafından yakalanarak kuyu biçimindeki ağza atıldılar. Bitki insan yedikçe büyümesi hızlanıyordu. Bitkinin kökleri şehrin başka yerlerinde topraktan çıkarak insanları yemeye ve evleri yıkmaya başladı. Koşarak kaçan veya arabasına binerek şehri terk eden insanlar çoktu. Bir saat sonra ise, şehirde kimse kalmamıştı. Şehrin çevresi askeri birlikler tarafından sarılmıştı. Askeri birlikler insan yiyen bitkiye binlerce kurşun ve bomba attılar. Gelen bir emir üzerine ateş kesildi, çünkü insan yiyen bitkiye bunlar tesir etmiyordu.
    Ali Bulut bir haftadır kaçakçılık anlaşması yapmak için yurtdışındaydı. Olayı televizyon haberlerinden öğrenince özel uçağına atladığı gibi geldi. Bir aralık yardımcısına: “ Kızdığım zaman köse bitki diyordum. Şuna istediğimi yaptırabilirsem dünyaya hakim olurum. “ Ali Bulut komutandan izin alarak asker kordonunu aştı: “ Canım, yavrum benim. Ben geldim, bak baban geldi. Çok insan yemişsin ama beni yeme. Ben seni et ve balıkla besledim. “ Ali Bulut hem konuşuyor hem de kökler arasından yürüyordu. Kökler uzun süre ona dokunmadı ama gövdenin yanına gelince yakaladılar. Ali Bulut bağırmaya başladı: “ Dur, beni bırak. Bütün servetim senin olsun. Milyarlarım senin olsun. “

    İnsan yiyen bitki ilk kez konuştu: “ Hangi senin servet, hangi milyarlar? İnsan sağlığına zararlı maddeler satarak, kaçakçılık yaparak, onun bunun hakkını çalarak zorla sahiplendiğin paralar. Senden nefret ediyorum Ali Bulut, artık parayı unut. Bak ağzıma, dışarıdan belli olmuyor ama içerisi çok sıcaktır. Bundan sonra kötülük yapamayacaksın.” İnsan yiyen bitki Ali Bulut’u yedikten sonra yarım saat geçti. Onu durduracak kuvvet yoktu. İstese köklerini ayak gibi kullanıp çok uzaklara gidebilirdi. Nedeni bilinmez bir şekilde hareketsiz duruyordu.
    Bitki uzmanı, tropikal bitkiler üzerinde araştırma yapmakta olan bir bilim adamı, komutanın yanına gelerek, insan yiyen bitkiyi zararsız hale getirebileceğini söyledi. Şişedeki ilaç iğneyle bitkiye şırınga edilirse, bitki ölürdü. Komutandan izin alan bitki uzmanı elindeki iğneyle insan yiyen bitkinin köklerine yaklaşmaya başladı. Köklerin yanından geçerken aniden dönerek iğneyi köke sapladı ve ilacı şırınga etti. Bitki uzmanı daha sonra iğneyi yere atarak yürümeye devam etti. Geri dönüp kaçsa hemen yakalanırdı. Bunu biliyordu. O zaman insan yiyen bitkiyi şüphelendirebilir ve bitki durumu anlarsa ilaçlı kökü koparıp atar ve kendini mutlak bir ölümden kurtarabilirdi. On dakika sonra insan yiyen bitkinin gövdesi sarsıldı ve ağzından ahh diye bir feryat işitildi. Kökler titremeye başladı. İlaç beyine ulaşmıştı. Artık kurtuluşu yoktu. Ölüm gelmişti.

    “ Ben, dedi, insan yiyen bitki, belki yanlış yaptım gibi gözüktü sana ama doğrusu buydu. O insanların ölmesi lazımdı. Özellikle Ali Bulut’un. Diğer ölenler de onun adamlarıydı. Şehri dört koldan sarmıştı Ali Bulut’un çetesi. Onları öldürdüm, onların evlerini yıktım. Hepsi kötü insandı. Bir tek iyi insanın canına, malına zarar vermedim. Askerler ezilmesin diye şehri terk etmedim. Seni gelirken gördüm elinde iğne vardı ama o iğnenin beni öldürebileceğini düşünemedim. Her neyse böylesi daha iyi oldu, tabii kötüler için. Neden var olduğum anlaşılsa ve bana yardımcı olunsa insanlar arasında zararlı olanları ayıklardım. Sessizce yeraltından sokulur, konuşmaları duyar ve onları yakalardım. “
    İnsan yiyen bitki daha fazla konuşamadı. İlaç, onun beyinsel fonksiyonlarını durdurmuştu. Ölmüştü. Bitki uzmanı ise yaptığı hatayı anlamış ve dizlerinin üstüne çökmüştü. Ağlıyordu.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  5. Serdar Yıldırım üyemize teşekkür edenler:

  6. #3
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Karagöz İle Hacivat Konuşmaları

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANGAL SEFASI
    Hacivat: " Karagözüm, sucuk aldım. Gel mangal sefası yapalım. "
    Karagöz: " Birer kangal alalım ama benim bahçe küçük, kangala dar gelir. "
    Hacivat: " Kangal demedim Karagözüm, mangal dedim. Mangalda sucuk pişirelim. "
    Karagöz: " Kangalla çocuk bir arada olmaz. Yaşar'ı kangal ısırır. "
    Hacivat: " Canım, ne Yaşar'ı, ne kangalı, sucuk dedim, mangal dedim. "
    Karagöz: " He öyle söylesene, sucuğu mandalla tavana asarsın. "
    Hacivat: " O neden? Neden sucuğu tavana asıyorsun? "
    Karagöz: " Kurusun diye. Kuru sucuğun tadı farklı olur. "
    Hacivat: " Tamam Karagözüm, sucuğu kuruttum, mangalı bahçeye oturttum. "
    Karagöz: " Ben senin bahçeye gelmem, Hacivat. "
    Hacivat: " Gelmezsen gelme. Ben de kendime ziyafet çekerim. "
    Uzaklaşıp giden Hacivat'ın arkasından Karagöz söylenir:
    " Seni gidi beni bilmez. Kangalı kesmiş, sucuk yapmış, mangalda pişirecekmiş. Bende o sucuğu yiyecek göz var mı?

    ------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: BUZAĞI
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşırlar. Karşılıklı selamlaşmadan sonra iş arayan Karagöz'ün moralinin bozuk olduğunu gören Hacivat, ona derdini unutturmak için, bilmece sormaya karar verir: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da cevabını ver. Öküz altında ne arıyor derler?
    Karagöz: " Tavşan arıyor derler. "
    Hacivat: " Olmaz, tavşanın öküzle ilgisi yok. "
    Karagöz: " Tilki arıyor derler. "
    Hacivat: " Tilkinin öküzle hiç ilgisi yok. "
    Karagöz: " Kurt arıyor derler. "
    Hacivat: " Kurt öküz altında aranmaz. Öküz bunu babası, inek bunun annesi. "
    Karagöz: " Koyun bunun amcası, keçi bunun dayısı. "
    Hacivat: " Hani o şey büyür dana olur, tosun olur. "
    Karagöz: " Dana olur, tosun olur. "
    Hacivat: " Tamam, dana dedin, dananın küçüğü. "
    Karagöz: " Küçük dana . "
    Hacivat: " Hah, küçük danaya ne derler? "
    Karagöz: " Dana küçük. "
    Hacivat: " Karagözüm, galiba bilemeyeceksin. "
    Karagöz: " Ben bilemezsem sen bil. "
    Hacivat: " Buzağı arıyor derler. "
    Karagöz: " Hı? "
    Hacivat: " Öküz altında buzağı arıyor derler. "
    Karagöz: " Ben onun öyle olduğunu biliyordum ama aklıma gelmedi. Sorunun cevabı buzağı. Bildim mi? "
    Hacivat: " Bildin Karagözüm, bildin. "
    Karagöz: " Bilemesem şaşardım. Bu soru kolaydı. Zor sorsan onları da bilirim. "
    Karagöz' ün güldüğünü, neşelendiğini gören Hacivat sevinir. Karagöz'ü de sevindirmek ister ve ona pazar yerinde hamallık bulur. Günün geri kalan kısmında sandıkla portakal, limon taşıyan Karagöz akşamüstü kazandığı iki akçeyle evinin yolunu tutar.

    -----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: TURŞU
    Hacivat: " Hanım turşu kurduydu. Turşular bir olmuş. "
    Karagöz: " Hanım tarla kurduydu. Kuş mu olmuş? "
    Hacivat: " Canım Karagözüm. Ne kurdu, ne kuşu? "
    Karagöz: " Kurt Bozkurt, kuş Zümrüdü Anka Kuşu. "
    Hacivat: " Hanım turşu kurduydu. Turşular olmuş dedim. "
    Karagöz: " Hani masalda Bozkurtlar Zümrüdü Anka Kuşu'nu tepelemiş. "
    Hacivat: " Eee. "
    Karagöz: " Ben de seni tepelerim. "
    Karagöz Hacivat'ın üstüne yürür.
    Hacivat: " Dur Karagözüm, ben ne yaptım? "
    Karagöz: " Daha ne yapacaksın? Tepeme çık öt bari. "
    Hacivat: " Tepene çıkıp öteyim mi? Ne gibi ötmemi istersin? "
    Karagöz: " İster horoz gibi öt, ister bülbül gibi öt. "
    Hacivat: " Eşek gibi öteyim mi? "
    Karagöz: " Eşek ötmez anırır. İstersen anırabilirsin. "
    Hacivat: " Ben anıramam ama sen iyi anırırsın. "
    Hacivat tarafından eşek yerine konmak Karagöz'ü çileden çıkarır. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı evinin önüne kadar kovalar. Hacivat evine girer ve kapıyı sürgüler. Kapının önünde bağırıp çağıran Karagöz'e pencereye çıkan Hacivat'ın hanımı söylenir:
    " Aaa yeter be! Git kendi evinin önünde bağır. "
    Hacivat'ın hanımının sözleri karşısında Karagöz sessizce oradan uzaklaşır. On gün ne Hacivat'ı arar ne de onun evinin önünden geçer. İki ayrılmaz dost sonradan barışırlar.

    --------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK ETİ
    Hacivat: " Karagözüm, ziyafet var. "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Ziyafet var, ziyafet. Al hanımı, Yaşar'ı. Bu akşam bize gelin. Levrek aldım, pişirip yeriz. "
    Karagöz: " Bu akşam size gelemeyiz, leylek eti yiyemeyiz. "
    Hacivat: " Leylek demedim Karagözüm, levrek dedim. Levrek balığı. "
    Karagöz: " Bırak ya Hacivat, ne zamandan beri leylekler balık oldu. "
    Hacivat: " Leylekler balık olmaz, tıpkı benim Karagöz olamadığım gibi. "
    Karagöz: " Keşke Karagöz olsan, bana benzesen Hacivat. "
    Hacivat: " Aman, hayatta isteyeceğim en son şey sana benzemek. Ben bu halimden memnunum.
    Karagöz: " Tamam, bana benzeme. Git Halim'le Memduh'a benze. "
    Hacivat: " Sen ne diyorsun Karagözüm? Halim'le Memduh da kim? "
    Karagöz: " Sizin mahalleden yeni taşınmışlar. Bizim mahalleye geldiler. "
    Hacivat: " Eee sonra? "
    Karagöz: " Bizim mahalleyi beğenmediler. Sizin mahalleye geri dönecekler. "
    Hacivat: " O neden? "
    Karagöz: " Çünkü onları dövdüm. Alaycı konuşmaya devam edersen seni de döverim. "
    Hacivat: " Sustum Karagözüm, yeter ki beni dövme. "
    Karagöz: " Leylek eti falan da yemem. "
    Hacivat: " Yeme Karagözüm, leylek eti yeme.


    Yazan: Serdar Yıldırım

  7. 3 kişi Serdar Yıldırım üyemize teşekkür etti:

  8. #4
    Tecrübeli Üye MEGAbond - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    21 Haziran 2015
    Nereden
    NRW
    Mesajlar
    982
    Ettiği Teşekkür
    2,597
    473 mesaja 1,213 teşekkür aldı
    daha devami varsa,,paylasirsan iyi olur arkadasim?

    bu güzel paylasim icin tekrardan tskler.

  9. #5
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    Selamlar. Benim yazdığım 42 tane Karagöz ile Hacivat konuşmaları pek çok site ve forumda okunmaktadır. Bunları ders kitaplarına ve yardımcı ders kitaplarına alıyorlar. Kısa zamanda hepsini paylaşmak istiyorum. Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.



    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MİRAS
    Karagöz’e Mısır’daki amcasından bir sandık altın miras kalır. Bunun üzerine Karagöz yakın arkadaşı Hacivat ile beraber bir ticaret gemisine binip Mısır’a giderler. Miras işlemlerini hallettikten sonra yine bir ticaret gemisine binip geri dönerler. Ama Marmara Denizi’nde kürekçilerin isyanı sırasında su alan gemiden yolcular kayıklara binerek kurtulurlar.
    Karagöz ile Hacivat altın dolu sandıkla Mudanya kıyılarına, bindikleri kayıkla ulaşırlar ama sahilde konuşmaya daldıklarından iskeleye iyi bağlamadıkları kayık dalgalara kapılır ve gözden kaybolur. Daha sonra bir at arabasına binerler ve Bursa’daki evlerine dönerler. Bırak bir sandık altını ceplerindeki para da bitmiştir. İş bulup çalışarak para kazanmaları gereklidir ama nasıl bir iş? Onlar aralarında bu konuyu konuşurken tatlı bir sohbete dalarlar. Giderek sohbet koyulaşır, şakalaşmalar artar.
    Karagöz: “ Sence nasıl bir iş tutayım Hacivat. Ama tutacağım iş de az emek harcayıp çok para kazanayım. “
    Hacivat: “ Öyle iş olmaz Karagözüm. Ne demek az emek çok yemek. Az emek az yemek. “
    Karagöz: “ Sen de amma yaptın be Hacıcavcav. Bana az yemek vere vere açlığa mı alıştıracaksın. Biraz insaflı olsan da tabağımı dolmayla doldursan. Pek severim dolmanın yanına köfteyi, ondan sonra pilavı ve şamtatlıyı. “
    Hacivat: “ Bu kadar yeter mi Karagözüm? İstersen nohuttan, musakkadan, makarnadan ve cacıktan da alsan.”
    Karagöz: “ Onları sen ye Hacıcavcav. Benim istediklerimden ikişer porsiyon olsaydı, o yemeklerden birazı sabaha kalsaydı, ne güzel olurdu. “
    Hacivat: “ Tamam Karagözüm, bu istediklerin olur olmasına da, çok çalışırsan, çok kazanırsan, bu yemeklerden yersin. “
    Karagöz: “ Ahh. Ah. Keşke kayığı iyi bağlasaydık ve altınlar kaybolmasaydı. Altınları bozdurur bozdurur harcar, yer içerdik. Keyifli bir hayat sürerdik. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    5. Sınıf Türkçe Kitabı
    Üç Renk Yayınevi
    Soru Bankası
    Yayın Yılı: 2015
    Sayfa: 168

    -------------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HACİVAT’IN ATI
    Hacivat’ın son zamanlarda işleri iyi gider. Çok para kazanır. Bu birikimi değerlendirmek için, bir yarış atı satın alır. Girdiği her yarışı kazanan meşhur bir at: Küheylan. Olayı duyan Karagöz, Hacivat’ın evine gidip kapıyı çalar. Hacivat pencereye çıkar ve sorar: “ Buyur Karagöz’üm, bir şey mi istemiştin?
    Karagöz: “ Evet Hacivat, bir şey istemiştim. Duyduğuma göre, Küheylan’ı satın almışsın. Onu bana satar mısın? “
    Hacivat: ” Neden olmasın Karagöz’üm. İyi bir fiyat verirsen satarım. De bakalım, ne veriyorsun? “
    Karagöz: “ Hı?..”
    Hacivat: “ Yani kaç para verirsin? Küheylan’ı kaça alırsın? “
    Karagöz: “ On altın veririm. Sattın mı? “
    Hacivat: “ Dur bakalım, Karagöz’üm. Hemen sattın mı olur mu? Bir pazarlık yapalım, değil mi? “
    Karagöz: “ Nazarlık taktırırım, Küheylan’a. Anlaştık o zaman. “
    Hacivat: “ Yapma Karagöz’üm. Alışverişi oldubittiye getirme. On altına Küheylan mı satılırmış? Çık biraz, çık çık. “
    Hacivat’ın ne dediğini tam olarak anlayamayan Karagöz evin merdivenlerini çıkmaya başlar. Sonunda, burnu kapıya dayanır.
    Hacivat: “ Çık Karagöz’üm, çık çık. “
    Karagöz: “ Kapıya kadar çıktım. Daha fazla çıkamıyorum. “
    Hacivat: “ Ben sana merdivenleri çık demedim. Fiyatta çık, yani on altın dedin ya onu arttır, yirmi de, otuz de. “
    Karagöz: “ Yirmi, otuz. “
    Hacivat: “ Çık, çık. “
    Karagöz: “ Elli, altmış. “
    Hacivat: “ Çık, çık. “
    Hacivat’ın çok para istemesine kızan Karagöz bağırır: “ Çık çıkı, çık çık. Sanki zil takıp oynuyorsun. Bre Hacivat, sen ne istiyorsun bu ata, onu söyle bakalım. “
    Hacivat: “ Bak Karagöz’üm, ben atı yüz altına aldım. Üstüne kar da koy. Yüzü geç, yüzü geç.”
    Karagöz: “ Yüzgeç balıklarda olur, alık. “
    Hacivat: “ Hemen sinirlenme Karagöz’üm. Şunun şurasında ne güzel pazarlık yapıyoruz. Bak Karagöz’üm, Küheylan’ı sana veririm ama yüz yirmi altınını alırım. Bir kuruş aşağı olmaz. “
    Hacivat’ın konuşmasına içerleyen ve Küheylan’ı alamadığına üzülen Karagöz, Hacivat’a küser. Bir hafta ne Hacivat’ın evinin önünden geçer, ne de onunla konuşur. Daha sonra iki eski dost tekrar barışırlar.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    4. Sınıf Ata Tatilde
    Ata Yayıncılık
    Sayfa: 14-15
    --------------------------
    4. Sınıf Tüm Dersler
    Gezegen Yayıncılık
    Soru Gezegeni
    Yayın Yılı: 2019
    Sayfa: 39

    ----------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İBİŞ’LE DOMUZ AVI
    Karagöz ile Hacivat, yanlarına İbiş’i de alıp, Uludağ’a domuz avına çıkarlar. Önceleri ellerde ok ve yay, kaşlar çatılmış, bakışlar keskin ormanda domuz ararken, sonraları yorgunlukla birlikte ok yaydan, kaş kaştan, bakışlar keskinlikten sıyrılır. Sıkıntıyı azaltmak için Karagöz’ün anlatmaya başladığı av hikâyeleri başına bela olur, çünkü anlattığının bir numara büyüğünü İbiş’ten duymak, Karagöz’ün giderek sinirlenmesine neden olur. Karagöz, İbiş’i uçurumdan aşağı atmakla tehdit eder.
    İbiş: “ Tamam, beyabi. Kızma bana. Ben de bundan sonra konuşursam iki olsun. Şimdi rahat rahat istediğini anlat. “
    Karagöz: “ Bre İbiş, sussana artık. Bir daha sana av yok. Hacivat, İbiş’i ava giderken yanımıza alalım demek yok artık. Bu son. “
    Hacivat: “ Merak etme Karagözüm. Sen kalbini serin tut. Hiçbir ava İbiş’i götürmeyiz. “
    Daha sonra Karagöz ile Hacivat ve İbiş domuz aramaya devam ederler, fakat ortalıkta hiç domuz yoktur.
    Hacivat: “ Sabahtan beri arıyoruz, bir domuz göremedik. Hayatımda böyle bir şey ne gördüm, ne de duydum. “
    Karagöz: “ Göremeyiz tabi, bu İbiş yanımızdayken. Bunun sesini duyan domuz karşı dağa kaçıyor. İki ok atmış, üç domuz vurmuş. Anlatsana o hikâyeyi bir daha. “
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, sinirlenme. İbiş o hikâyeyi anlattı, geçti. Ben inanmadım. Senin anlattığın hikâyeler daha bir inandırıcı oluyor. “
    Karagöz: “ Doğru, çünkü ben olmuş olayları anlatıyorum. Yıllar önce gençken köyden arkadaşlarla domuz avına gittiydik. On kişiyiz. Ormanda büyük bir domuz sürüsünü tuzağa düşürdük. Etrafını kuşattık. Baktı domuzlar kaçış yok, birer birer yanıma geldiler. Ben de çaldım bıçağı boyunlarına, yirmiden sonrasını sayamadımdı. “
    Hacivat: “ Hah hah ha.. İlahi Karagözüm. Sen de değme avcılara taş çıkartırsın. Avcılıkta, atıcılıkta benden ileridesin. “
    İbiş: “ Benim de yıllar öncesinden bir domuz avı hikâyem vardı, ama beyabi kızar diye anlatamıyorum. “
    Hacivat: “ Yeni bir domuz hikâyesi ha. Ama anlatma. Karagöz’ü kızdırmayalım. Keşke demeseydin. Merakta bıraktın beni, İbiş. “
    Karagöz: “ Ben de meraklandım. Bana bak İbiş, destekli atarsan kızmam ama desteksiz atarsan, seni uçurumdan atarım, bilmiş ol. “
    İbiş: “ Tamam beyabi ve Hacıabi. Atışlar destekli olacak. “ İbiş, konuşmasına devam eder ve ben sekiz yaşındayken der. Karagöz’ün ayağa kalktığını gören İbiş ağız değiştirir. “ Yani on sekiz yaşındayken demek istedim. “
    Bunun üzerine Karagöz: “ Hah öyle söyle. Beni kızdırma. Şimdi devam et. “
    İbiş: “ Manda kadar bir domuz bizim tarlalara dadandıydı. Tarlada mısır, bağda üzüm bırakmadıydı. Ye babam ye. Baktık yedikçe doymaz bu domuz, yakında ağaçları da yer. Babam, dedem, amcam, yeğenlerim ve ben tarlada, bağda nöbete durduk. Ben bağda bekliyorum. Bir gün öğle vakti domuz bağa girdi. Zönk zönk deyip yürüyüp geliyor. Yakaladım domuzu suratına iki tokat, başladı domuz ağlamaya. Bir yandan da,” Abi, ben sana ne yaptım? Neden vuruyorsun?” diye vızırdıyor. Ben de bağırdım. Bak şu bağdaki üzümleri ben mi yedim. Başkasının üzümünü nasıl habersiz yersin. Ben böyle bağırdım ama domuz ne dese beğenirsiniz. Ne yapayım, açım, abi. Yemeseydim de açlıktan ölse miydim? O gün domuzu bıraktım. Bir daha onu oralarda gören olmadı. Çok uzaklara gitmiş olmalı. “
    Karagöz: “ Bre densiz, yine desteksiz attın. Ben seni uçurumdan atayım da gör “ diyen Karagöz, İbiş’in üstüne yürür. Bunun üzerine İbiş kaçar, gider. Daha sonra Karagöz ile Hacivat başka olay olmadan evlerine dönerler.

    ----------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HIRSIZ
    Bir gece Karagöz’ün evine hırsız girer. Karagöz sabahleyin uyanınca bakar ki, ev tam takır kuru bakır. Hırsız utanmamış ve sokak kapısını söküp götürmüştür. Karagöz olayı zaptiyeye, hanımı da komşulara haber verir. Komşular, evin önünde toplanır ve az sonra iki zaptiye gelir. Karagöz’ün oğlu Yaşar, annesine sarılmış, ağlamaktadır. Küçük Yaşar’ın birkaç parça oyuncağını götüren hırsız acaba onları ne yapacaktır?
    Karagöz’ün evinin soyulduğunu duyan kadim dostu Hacivat, eve gelir ve evde inceleme yapmaya başlar. İki zaptiye olayı soruşturur ve hırsızı yakalayacaklarını söyleyip gider. Zaptiyeler gidince, komşular dağılır. Karagöz ailesinin yanında Hacivat kalır ve Karagöz’ü sorguya çekmeye başlar.
    Hacivat: “ Canım Karagöz’üm, hırsız gelmiş, dolapları, masaları götürmüş. Kapıyı sökmüş. Hiç mi gürültü, tıkırtı duymadın? “ diye sorar.
    Karagöz: “ Bu ne biçim soru, Hacivat. Gürültü, tıkırtı duysam kalkıp da hırsızın ümüğüne basmaz mıyım? “
    Hacivat: “ Her neyse, olan olmuş, biten bitmiş, eşyalar gitmiş. Şimdi bir oyun etmeli de, şu hırsızı yakalamalı. Hah buldum!. Karagözüm, siz bir yandan, ben bir yandan komşuların arasına dalalım, onları senin evde bir kese altın olduğuna inandıralım. Bu durum kulaktan kulağa yayılır ve hırsızın kulağına giderse, hırsız mutlaka senin eve damlar. “
    Karagöz: “ Sen ne diyorsun, Hacivat? Bende bir kese altın yok ki? “
    Hacivat: “ Olduğunu farz et. Hırsızı yakalamak için, bu bir yem. Oltanın ucuna yem takarsan balık yakalarsın. Balık yeme gelir de, hırsız altına gelmez mi? Siz benim dediğimi yapın gerisine karışmayın. “
    Karagöz: “ Tamam, Hacivat. Senin bu tür işlere aklın erer. Bende bir kese altın olduğunu yayarız. Haydi, hanım, Yaşar, kalkın gidiyoruz. “
    Karagöz’ün evinde bir kese altın olduğunu akşama kadar duymayan kalmamıştı. Eski kulağı kesiklerden olan Celal, gece yarısına kadar evin içinde dört döndü. Daha sonra evinden çıkıp, karanlık sokaklardan süzülerek geçti ve bir hayalet sessizliğinde Karagöz’ün kapısız evinden içeri girdi. Evdekilere elindeki şişenin içindekini koklatıp altınlara konardı. Şişeyi koklattığı kazazede top atsan uyanmazdı, fakat bu defa durum bambaşkaydı. Evdekiler uyanıktılar ve onu bekliyorlardı. Celal yatak odasına girince Karagöz ile Hacivat tarafından yakalandı ve bir iple sıkıca bağlandı. Ertesi gün zaptiyeler tarafından sıkı bir dayaktan geçirilerek zindana atıldı.
    Karagöz’ün eşyaları hırsızın evinde bulundu. Kader, son günlerde işsiz olan, Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışarak, kışın da turşu satarak geçimini sağlayan Karagöz’ün alnının teriyle çalışarak kazandığı eşyaları kaybedip buldurarak, onu sevindirmişti.

    ---------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT : OĞULLARI
    Karagöz’ün oğlu Yaşar ile Hacivat’ın oğlu Sivrikoz arasında, babaları kadar olmasa bile, hatırı sayılır bir rekabet vardı. Yaşar, Sivrikoz’un elinde yeni alınmış bir oyuncak görmesin, ne yapar eder, Karagöz’e oyuncağın aynısını aldırırdı. Hani ya Sivrikoz’un Yaşar’dan aşağı kalır yanı mı vardı? Sivrikoz, Yaşar’ın elinde ne görürse isterdi. Oğlunun gözlerinde yaş, kalbinde acı görmek istemeyen Hacivat ikiletmeden oğlu ne istiyorsa alırdı.
    Böylece aradan yıllar geçti. İkisi de birer yiğit olan gençler düğün güreşlerine katılmaya başladılar. Güreşlere katılanlar birer havlu, rakiplerini yenip baş olan güreşçi ise, kınalı bir koç kazanıyordu. İlk katıldıkları güreşlerde birinci, ikinci turlarda elenen Yaşar ile Sivrikoz, tecrübeleri arttıkça güreşlere ağırlıklarını koymaya başladılar. Nihayet, bir düğünde finale kalma başarısını gösterdiler. Bunun üzerine Karagöz, Hacivat’ın yanına gider ve oğlunun güreşlerden çekilmesini ister.
    Hacivat: “ Hiç öyle şey olur mu Karagözüm? Oğullarımız bileklerinin hakkıyla finale adlarını yazdırdılar. Çıkarlar meydana aslanlar gibi güreşirler. Kim güçlüyse galip gelir ve şampiyon olur. “
    Karagöz: “ Benim oğlum şampiyon olur, çünkü senin oğlundan daha iri. “
    Hacivat: “ İrilikle şampiyon olunmaz ki, güreşte kuvvetli olan, atak olan ve nefesini iyi ayarlayan rakibine üstünlük sağlar. Bütün bunlar benim oğlumda var. “
    Karagöz: “ Günah benden gitti. Rezil olmayasınız diye geldim. Benimki, senin oğlunu hamur gibi yoğuracak ve koçu kazanacak. “
    Hacivat: “ Bak Karagözüm, koçu benim oğlum kazanır. Bundan korktuğun için, oğlun güreşten çekilsin diyorsun. “
    Karagöz: “ Ben kimseden korkmam. Hata bende, kırk yılda bir şey istedim, onu da yapmadın. “
    Hacivat: “ Ama canım efendim, borç para istemiyorsun ki, dediğini yapayım. Oğluma güreşten çekil, hükmen yenik sayıl diye nasıl söylerim. “
    Karagöz: “ Söyleyemezsin tabi, çünkü korkaksın. Yarın senin evin karşısında koçu şişe takıp kızartacağım. Sakın gelme bir parça et için. Yağma yok “ diyen Karagöz arkasını dönüp uzaklaşmaya başlar. Hacivat’ın seslenmesiyle durup dönen Karagöz’e, Hacivat şöyle der:
    “ Yarın koç benim bahçede kızaracak. Toplanın gelin, kurban bayramı haricinde et yüzü mü görüyorsunuz? “
    Ertesi gün yapılan güreşi Hacivat’ın oğlu Sivrikoz kazanır. Karagöz buna itiraz eder ve Sivrikoz’un daha önce açık düştüğünü ve güreşi oğlu Yaşar’ın kazandığını söyler. Bunun üzerine hakem heyeti toplanır ve karar değişikliği yaparak, Yaşar’ı şampiyon ilan eder. Bu duruma da Hacivat itiraz eder. Hakem heyeti görevsizlik kararı alıp topluca Bursa Kadısı’na gider. Bursa Kadısı, iki tarafı ve hakem heyetini dinledikten sonra müsabakayı berabere ilan eder. Kınalı koç kurallara uygun olarak kesildikten sonra, yarısı Sivrikoz’a, yarısı Yaşar’a verilir. Böylelikle olay tatlıya bağlanır.

    -----------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İDAM FERMANI
    Günlerden bir gün, Karagöz, Bursa sokaklarında turşu satarken, yanına bir adam yaklaşır:
    " Ben beni arıyorum ama bulamıyorum. Sen beni buldun mu? " diye sorar. Adamın ne dediğini anlamayan Karagöz sadece " hı " der. Bunun üzerine adam tekrar sorar:
    " Ben kendimi arıyorum ama yokum. Yoksam yokum ve ben yoktan çıkıp, kendimi bulup kendimle kucaklaşmak istiyorum. "
    Karagöz: " Bre adam, kendinle nasıl kucaklaşacaksın ki? İnsan ancak bir başkasıyla kucaklaşabilir.
    Adam: " İnsanlar çift yaratılmıştır derler. Böyle bir şey doğruysa eğer, işte ben bu çiftimi, benzerimi arıyorum. Tıpkısının aynısı ben bu adamı sen tanıyor musun? Görmüşlüğün var mı? "
    Karagöz: " Görmüşlüğüm var. Onunla konuştum bile. "
    Adam: " Gördün mü? Konuştun mu? Nerede gördün, konuştun, çabuk söyle? "
    Karagöz: " Az önce görmeye, konuşmaya başladım. Şimdi de onu görüyorum, konuşuyorum. O sensin ya. "
    Karagöz ile konuşan, onu ara sokaklara çeken, Hacivat'tır. Ulucami'nin yapım işinde çalışan Karagöz ile Hacivat sık sık tartışarak caminin yapımını geciktirince, padişah Orhan Gazi bunun nedenini mimardan öğrenir ve Karagöz ile Hacivat hakkında idam fermanı çıkarır. Ertesi gün tebdil kıyafet camiye gelen Orhan Gazi, Karagöz ile Hacivat'ın tartışmalarını izler ve gülümsemekten kendini alamaz. Saraya dönünce, verdiği ölüm kararı için pişman olur. Padişah, fedailerinden birini, Hacivat'a gönderir. Fedai, Hacivat'a, tanınmaması için ne lazımsa yapıp, Karagöz'ü de yanına alıp, Bursa'dan gitmelerini ve kurtulmalarını söyler.
    Hacivat evine gider ve sakallarını keser, sadece bıyıkları kalır. Yıllardır giymediği elbiselerini giyer, Karagöz'ü arar. Hacivat'ın Karagöz'ün yanına gidince sesini değiştirerek konuşmasının sebebi; Karagöz'ün şaşırmasını sağlayarak daha ne olduğunu anlamadan, onu Bursa'dan uzaklaştırmaktır. Hacivat olanları Karagöz'e küt diye anlatsa, padişahın idam fermanına karşı gelmek istemeyecek Karagöz, kendini celladın önüne atacaktır.
    Hacivat Karagöz'ü Bursa dışına çıkarınca normal sesiyle konuşmaya başlar, Hacivat olduğunu söyler ve olanları anlatır. Karagöz Hacivat'ı yıllardır sakallı gördüğü için, sakalsız haline güler ve Hacivat'la alay eder. Hacivat'ın tanınmamak için sen de sakalını kesmelisin demesi üzerine Karagöz: " Sen ne diyorsun Hacivat? Ben hayatta sakalımı kesmem. " der.
    Bunun üzerine Hacivat: " Sakalını kesmezsin ama tanınır da yakalanırsan ne olacak? İnsanın hayattaki en önemli amacı, hayatını devam ettirebilmesi olmalı. Geride kalacak karını, çocuğunu düşün. Onlar sensiz ne yapar, ne yer, ne içerler? " der.
    " O da doğru ya. "
    " Gel bakalım, şu dere boyunda tıraşını ol. Erkek adama bıyık da yakışır. "
    Tıraştan sonra Hacivat, Karagöz ile birlikte, yakındaki bir çiftlikten iki at satın alırlar ve atlarına binip hep batıya doğru yol alarak, Balıkesir taraflarına giderler. Birkaç yer dolaştıktan sonra, bir köyde iş bularak, tarlada ırgat olarak çalışmaya başlarlar.

    İki ay içinde çalışkanlıkları ve doğrulukları sayesinde köydekilerle sağlam dostluklar kuran Karagöz ile Hacivat, bu arada kendilerine birer ev yaparlar. Köylülerin yardımıyla ailelerini buraya getirtirler ve uzun yıllar boyunca sakin bir hayat yaşarlar.
    Bu arada Karagöz ile Hacivat'ın idam edildikleri söylentisinin çıkması üzerine arkadaşları Şeyh Küşteri çok üzülür ve perde gerisinde Karagöz ile Hacivat oyunu oynatmaya başlar. Oyun, Bursa halkı tarafından çok beğenilir ve zamanla Anadolu'ya yayılır. O köyde ve civar köy ve kasabalarda pek çok defa kimliklerini belli etmeden oyunları seyreden iki dost çok önemli bir ayrıntı hariç, oyunları beğenirler.
    Karagöz'ün hemen her oyunda Hacivat'a vurup, O'nu dövmesi...
    Bu durumun açıklamasını Karagöz şöyle yapar: " Ben Hacivat'a neden vurayım? O tam bir beyefendi. Bana her zaman yardımcı oldu. İşsiz, parasız kaldığım durumlarda bana iş buldu. Bu durum beni üzüyor. "
    Hacivat ise: " Yok efendim, yok. Dayak, vurma falan yok. Bu oyunu oynatanlar, ilgiyi üst düzeyde tutabilmek için, Karagöz'e beni dövdürtüyorlar. Gerçekte, Karagöz bana bir fiske vurmamıştır. Oyun oynanırken, Karagöz bana vurduğunda seyredenler gülmeseler, zamanla bu kötü hareketin oyun harici kalacağına inanıyorum.

    -------------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PINARBAŞI MEYDANI
    Bursa’daki Pınarbaşı Meydanı’nda takriben yirmi kişilik bir kalabalık toplanmış ve neşeli vakit geçirmekteydi, çünkü orta yerde tartışanlar, gelmiş, geçmiş en iyi güldürü ustalarından ikisiydi: Karagöz ile Hacivat. Dilerseniz şimdi biz de hoşça vakit geçirmek için, tartışmaya küpe olalım ve küpeyi parmağımıza takalım.
    Hacivat: “ Olur mu Karagözüm, hiç küpe parmağa takılır mı? “
    Karagöz: “ Ya nereye takılır? “
    Hacivat: “ Küpe kulağa takılır. Kulağına küpe takan hanımlar, daha bir güzel görünürler. Hanım hanımcık olurlar. “
    Karagöz: “ Hamam açıksa bizim hanıma söyleyeyim de, Yaşar’ı da götürsün. Hamamda bir güzel yıkansınlar. “
    Hacivat: “ Ah Karagözüm, Yaşar hiç kadınlar hamamına gider miymiş? Büyüdü, kocaman adam oldu. “
    Karagöz: “ Kocaman adam mı? Yaşarcık daha altısını sürüyor. “
    Hacivat: “ Olsun Karagözüm. Altı yaşında oğlan çocuğu kadınlar hamamına götürülmez, çünkü kadınlar ondan korkarlar. “
    Karagöz: “ Amma yaptın ha Hacivat. Yıllar önce annem beni on beş yaşındayken kadınlar hamamına götürmüştü de yalnız yıkanmıştım. "
    Hacivat: “ Yapma ya, iyi ki hamamda kadın yokmuş. “
    Karagöz: “ Aslında hamamda yıkanan kadınlar vardı ama ben göbek taşına doğru yürüyünce hamam boşalıverdi. Benden neden kaçtılar, anlayamadım.”
    Hacivat: “ Paçalı uzun donunla mı girmiştin hamama. “
    Karagöz: “ Sen ne diyorsun Hacivat? Hamamda donla yıkanılmaz ki. “
    Pınarbaşı Meydanı’ndaki kalabalık kahkahaların çağırdıklarıyla birlikte kırk kişi olmuştu. Yirmi kişide kırk ayak vardı da, kırk kişide kaç ayak vardı?
    Karagöz: “ Bak Hacivat, okumam, yazmam yoktur ama hesabım kuvvetlidir. Kırk kişide altmış ayak vardır. Altmış ayakta dört yüz parmak vardır. “
    Hacivat: “ Olur mu Karagözüm. Kırk kişide ikişerden seksen ayak vardır. Seksen ayakta beşerden dört yüz parmak olur. “
    Karagöz: “ Tamam işte, ben de dört yüz parmak demiştim. “
    Gülmekten gözleri yaşaran, karınlarını tutarak gülen ve yerlerde debelenenler haricindeki çoğulcu kalabalıktan bir alkış tufanı koptu. Hacivat’ın, ama sen altmış ayakta dört yüz parmak demiştin, Karagözüm, dediğini benden başka kimse duymadı.
    İnsanlar, doğar, büyür ve olgunlaşırlar. Olgunlaşma geçici değil, kalıcıdır. Olgunlaşma yeni olgunlaşmaları beraberinde getirir. Bu böyle sürüp gider. İnsan olgun bir meyvedir, dersek yanlış olmaz.
    Karagöz: “ Olur mu öyle şey, Hacivat? Şimdi ben meyve mi oldum? Elma, armut gibi mi yani? “
    Hacivat: “ Hayır, erik gibi. “
    Karagöz: “ Demek beni erik yaptın? Şimdi görürsün. Sen de olsan olsan şu ekşi limon olursun. Üç, iki değil, bir işe yaramayan limon. “
    Hacivat: “ Doğru Karagözüm. Limon bir işe yaramaz, çok işe yarar. Hani limonu ortadan kesersin, çaya, çorbaya sıkarsın. Tadı leziz olur. “
    Karagöz: “ Adı keriz mi olur? “
    Hacivat: “ Hayır Karagözüm. Adı keriz değil, tadı leziz olur yani lezzetli olur. İç ferahlatır, gönül açar. “
    Karagöz: “ Hayda bre pehlivan. Limon anahtar mı ki, Gönül teyzenin kapısını açsın. Teyzem ellisini geçti hala evlenmedi. Gönül teyzenin gönlünü açacak anahtar daha yapılmadı. “
    Dünyanın pek çok şehrinde, belli günlerde pazar kurulur. Bu pazarlarda köyden getirilen sebze, meyve satılır. Pazara gidenin kesesi doluysa ve cimri değilse ürünün en iyisini alır. Anadolu’da sebze ve meyveler şehirlerin isimleriyle anılır olmuştur. Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası gibi.
    Karagöz: “ Bırak ya Hacivat. Ne demek Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası. Yani elma almak için Amasya’ya mı gidelim? “
    Hacivat: “ Karagözüm, elma almak için, Amasya’ya gitmene gerek yok. Salı pazarında Amasya elması satılıyor. Elma alırken, Amasya elması almak gerekir. “
    Karagöz: “ Amasya’nın elması elma da başka yerin elması armut mu? Benim bahçedeki elmalar, Amasya elmasına bin basar. Tadı güzel kokusu hoş, eder insanı sarhoş. “
    Hacivat: “ Armut alırken deveci armudunu, üzüm alırken Mürefte üzümünü tercih etmek gerekir. “
    Karagöz: “ Deveci armudunu boş ver şimdi. Çocukken köye gittiğimizde dedemin bağına koşardık. Dedemin üzümlerinin tadını, sonraki senelerde yediğim üzümlerin hiçbirinde bulamadım. Elma alırken Bursa elması, pırasa zaten Bursa’dan, armut Bursa’dan, üzüm Bursa’dan, erik Bursa’dan, domates, patates, şeftali, vişne, kiraz hep Bursa’dan. Hey benim güzel Bursam, kovsalar gitmem şu Bursa’dan. “
    Hacivat: “ Karagöz, az önce kiraz dedin. Söyle bakalım bu kiraz Bursa’nın neresinde yetişiyor? Sen eskiden hiç yalan söylemezdin. “
    Karagöz: “ De git oradan Hacivat. Şimdi de yalan söylemiyorum. On yaşlarındaydım. Edebey Köyü’ne gitmiştik. Orada bir kiraz ağaçları vardı, aklın durur. Sanırsın kiraz ormanı. Epey bir gezindim orada, dallardaki kiraz çokluğundan güneşi göremedim. “
    Hacivat: “ Güneş görünmüyorsa orman karanlıktır, kirazları nasıl gördün? “
    Karagöz: “ Pöh, şunun sorduğu soruya bak. Kirazların verdiği ışıltı ormanı aydınlatıyordu. Ağaçlara çıktım, belki iki kilo kiraz yedim. Sen Edebey kirazının tadını nereden bileceksin. “
    Aradan zaman geçtikçe kalabalık çoğalmış ve yüz kişiyi bulmuştu. Hava kararmaya başlamıştı, akşam oluyordu. İşi tadında bırakmak gerekirdi. Karagöz ile Hacivat ellerini havaya kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra kahkahalar bıçak gibi kesildi.
    Karagöz: " Haydi bakalım ağalar, bu günlük bu kadar, " dedi ve yürüdü gitti.
    Hacivat: " Yarın aynı saatte buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın, deyip Karagöz'ün peşine topal ördek gibi yürüyerek takılması kahkahaları meydana paraşütle geri getirdi.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İBİŞ SIRTLAN AVINDA
    İbiş ok ve yay alarak Uludağ'a sırtlan avına çıkmış. Gezmiş, dolaşmış, ortalıkta hiç sırtlan yokmuş. Derken, Serdar Yıldırım'a rast gelmiş. Serdar yaşadığı zamandan 650 yıl gerideymiş. Elinde tüfek varmış, belinde fişek doluymuş. İbiş'e aslan avına çıktım, demiş.
    İbiş: " Hani ok, hani yay? Neyle vuracaksın aslanı? "
    Serdar: " Bak İbiş, ok ve yay ilkel silahlar. Bu gördüğün tüfektir. Tüfeğe şu fişeklerden koyarsın, sonra tetiği çektin mi, dan, hop aslan yerde. "
    İbiş: " Küçücük fişek mi aslanı yere düşürecek? Fişek aslana çarpar sonra aslan sana kızar. Kaçarken tozu dumana katarsın. Hele yakalamasın aslan seni, bir lokmada yutar. "
    Serdar: " Öyle değil işte. Fişek aslanın vücudunu deler geçer. "
    İbiş: " Dediğin gibi olsun. Sen bu tüfekle aslan avladın mı? "
    Serdar: " Avlamam mı? Yüzden çok aslan vurdum."
    İbiş: " Yüzden çok mu? Hepsini Uludağ'da mı vurdun? "
    Serdar: " Tabi ya ne sandın? "
    İbiş: " Ama Uludağ'da aslan yok diyorlar. "
    Serdar: " Var canım, olmaz olur mu? Ormanın derinlikleri aslan kaynıyor. İstersen gidelim, bak Uludağ'da aslan var mı, yok mu, kendi gözlerinle gör. "
    İbiş: " Çok isterdim ama şunu başka bir güne bıraksak. "
    Serdar: " Sen nasıl istersen İbiş. Aslan avı cesaret isteyen bir iş. Kolay olsaydı her önüne gelen aslan avcısı olurdu."
    İbiş ile Serdar çene yarıştırırken ileriden iki avcının geldiğini görmüşler. Bunlar Karagöz ile Hacivat'mış. Karagöz ile Hacivat, İbiş'i tanıyorlarmış, Serdar ile de tanışmışlar.
    Karagöz Serdar'ın aslan avına çıktığını duyunca şaşırmış. Tüfek, fişek olayını duyunca aklı karışmış. Serdar, ben bu tüfekle Uludağ'da yüz aslan vurdum, deyince kaşları çatılmış.
    Karagöz: " Bak Serdar, bol keseden konuşma. Ben böyle şeylere kızarım. İbiş de atar tutar ama sen onu beşe katladın. İbiş'i dövdüm, seni de döverim. "
    Bunun üzerine Serdar: " Geçen kış aralık ayında Uludağ'a çıkmıştım. Ne bereketli avdı. Dört tane gergedan avladım. " deyince Karagöz Serdar'ın üstüne atıldı. Aralarında bir boğuşma başladı. İkisi birlikte yere yuvarlanınca Serdar İbiş'in yardımıyla Karagöz'ün elinden kurtuldu, kaçmaya başladı. Karagöz Serdar'ın peşine takıldı. Az sonra yorulan Karagöz bir taşın üstüne oturarak Hacivat'ın ve İbiş'in gelmesini beklemeye başladı. Onlar geldikten sonra Karagöz: " Geyik gibi koşuyor, yakalamak ne mümkün. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, yakalayamadın iyi oldu. "
    Karagöz: " Nee? Sen hangi taraftansın Hacivat? "
    Hacivat: " Ben senin tarafındanım Karagözüm. "
    Karagöz: " Ama ondan tarafa çıktın. "
    Hacivat: " Serdar İbiş'le konuşurken, biz araya girdik. Nasıl olsa bir şey vuracağımız yok. Bırak anlatsın. Avda böyle hikayelerin anlatılması ava renk verir. Ortam neşelenir. Bol bol gülünür. "
    Karagöz: " Orhan neşelensin, gülsün. Ben gülemem. Boş keseden böyle avcı hikayelerini duyunca kan beynime çıkıyor. "
    Hacivat: " Canım Karagözüm, büyüklük göster. Bırak gelsin, anlatsın. "
    İbiş: " Sen büyüksün, yücesin, güçlüsün Karagöz Baba. He mi, geliversin mi? "
    Karagöz: " Siz bu kadar istedikten sonra.. Gelsin bakalım. "
    Hacivat'ın çağırmasıyla Serdar anında onların yanında bitti. Karşısındaki Karagöz'ün kara gözlerinin içine bakarak avcı hikayelerinin son versiyonunu anlatmaya başladı:
    " Bir çakal varmış. Bu çakal tilkiden kurnaz, kurttan kavgacıymış. Kaplanları rakip bilmiş. Uludağ'da günün her saati kaplan kovalarmış. Kaplanların çakal karşılarına çıkacak diye ödü koparmış. Olaydan haberim oldu. Tüfek, tesisat kuşandım. Tam tekmil çakalı aramaya koyuldum. Çakala benim onu aradığımı söylemişler. Çakal yüz arkadaşını toplayıp geldi, benim etrafımı sardılar. Tüfekle çaktım aldım. Son kalan çakal, çak al beni de, dedi. Çaktım o çakalı da aldım. Dünya kurulalı beri böyle bir avcı görmekse Uludağ'ın kısmeti oldu. Uludağ benimle ne kadar gururlansa azdır. "
    Müdahale etmemek için kendini zorlayan, hırstan dudağını ısırarak kanatan Karagöz dinamit gibi patladı. Önüne çıkan İbiş'e vurdu, Serdar'a vurdu. Yere yuvarlanan İbiş'le Serdar kaçıp gittiler. Karagöz'ü sakinleştirmek Hacivat'a düştü. İleride dere boyunda İbiş'le Serdar yüzlerini yıkayıp, su içtiler, biraz kendilerine geldiler.
    İbiş: " Karagöz amma kızdı ha. Arada ben de tokadı yedim. Gülüp geçeceği yerde kızıyor. "
    Serdar: " Doğru İbiş. Ben böyle hikayeleri eğlencelik olsun diye anlatıyorum. Son hikayeyi anlatırken, onun gülmese bile kızmayacağını düşündüm. Gülmedi ama kızdı. Hem çok kızdı. Hacivat'ın güldüğü yanına kar kaldı. Sen ne kar ne zarardasın. Ben de bu işten sebeplendim. "
    İbiş: " Nee, sebeplendin mi? Tokadı yedin yeri öptün, sonra? "
    Serdar: " Bir haftadır ağrıyan çürük dişim vardı. Sallanıp duruyordu. Korkudan dişçiye gidememiştim. Karagöz bir tokatta o dişi bana yutturdu. Buraya gelirken konuşmadık ya dilimi diş oyuğunda tutup kanı durdurdum. Derede ağzımı çalkaladım. İnanmazsan gel de bak. "
    İbiş gelir, bakar: " Gerçekten oradan yeni diş çıkmış. Belli oluyor. " der ve kahkahalarla güler.

    SON
    Konu Serdar Yıldırım tarafından (22 Eylül 2022 Saat 20:25 ) değiştirilmiştir.

  10. 2 kişi Serdar Yıldırım üyemize teşekkür etti:

  11. #6
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PARAYI KİM BULDU ?
    Karagöz iş bulur. Yedi gün çalışır ve ilk haftalığını alır. Akşamüstü evine dönerken haftalığını kaybeder. Geldiği yoldan geriye döner ve düşürdüğü paralarını aramaya başlar. Diğer yandan da söylenmektedir: " Paracıklarım, paracıklarım, gitti paracıklarım. Keşke paralarım cebimde dursaydı da ben kaybolsaydım. "
    Aynı saatte evine dönmekte olan Hacivat Karagöz'le karşılaşır.
    Hacivat: " Hayrola Karagözüm, yanımdan geçersin beni görmezsin. Paracıklarım dersin. Para mı kaybettin? "
    Karagöz: " Hiç sorma Hacivat. Haftalık almıştım, onu kaybettim. "
    Hacivat: " Bir gören, bir bulan yok mu? "
    Karagöz: " Dört gören, beş bulan var. Canımı sıkma, canını yakarım. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm kızma. Para kaybedince ararsın bulamazsan, kadıya gidersin. "
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " Para kaybettin, aradın bulamadın, ne yaparsın? Kadıya gidersin. "
    Karagöz: " Demek paramı kadı bulmuş. "
    Hacivat: " Kadının para falan bulduğu yok. Parayı bulan kadıya bırakır. Kaybeden kadıya gider. Para kadıdaysa parasını alır. "
    Karagöz: " Ya para kadıda yoksa. "
    Hacivat: " O zaman avcunu yalar. "
    Karagöz: " Yani şimdi avcumu yalarsam param bulunur mu? "
    Hacivat: " Nereni yalarsan yala paran bulunmaz. "
    Karagöz: " Ne yapmak gerekir? "
    Hacivat: " Kadıya gitmek gerekir. Buyur Karagözüm, önden sen yürü. "
    Karagöz: " Önden ben yürümem, yan yana gidelim. "
    Hacivat ile Karagöz kadıya giderler. Yolda para bulan birisi parayı getirip kadıya teslim etmiştir. Fakat paranın sahibinin kim olduğunu bilmemektedir. Karagöz'ün haftalığını kaybettiğini öğrenen Hacivat onu kadıya yönlendirir, çünkü Karagöz'ün kaybettiği parayı bulan Hacivat'tır.

    -------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK
    Mart ayının ortası. Kar yeni kalkmış. Ortalık ayaz, hava buz gibi. Karagöz nicedir işsiz. Kazağını, paltosunu eskiciye satmış. Yarı aç, yarı tok. Üstünde bir fanila, bir mintan. Soğuk havada iş bulmak için gezerken, dişlerinin takırtısı Uludağ'dan duyuluyor. Karagöz tam bu esnada Hacivat'la karşılaşır.
    Hacivat: " Merhaba Karagözüm. Nasılsın, iyi misin? "
    Karagöz: " İyi değilim Hacivat. Donuyorum. "
    Hacivat sağa sola bakınır. Bir evin bacası üstündeki leyleği görür. Parmağıyla leyleği işaret ederek: " Bak Karagözüm, leylekler gelmiş. Artık yaz geliyor. "
    Karagöz: " Hacivat, anlamsız konuşma. Hem leylek gelmiş diyorsun, hem kaz geliyor diyorsun. "
    Hacivat: " Kaz demedim Karagözüm, yaz geliyor dedim. "
    Karagöz: " Kaz yazayım ama ben yazı bilmem ki. Yaz demek kolay. "
    Hacivat: " Dediklerimi yanlış anlıyorsun Karagözüm. Bak leylek nasıl da takırdıyor. "
    Karagöz çenesini tutar: " Takırtı benden geliyor. Paltom yok da, soğuktan dişlerim takırdıyor. "
    Hacivat: " Palton yok mu? Doğru ya, paltonu giymemişsin. Al benim paltomu giy. " der ve paltosunu Karagöz'e verir. Karagöz paltoyu giyer ve dişlerinin takırdaması durur. Bu sefer üşüyen Hacivat'ın dişleri takırdamaya başlar.
    Karagöz: " Hacivat, bu leylek yolunu kaybetmiş, kış günü Bursa'ya gelmiş. Şimdi gerçekten takırdamaya başladı. "
    Hacivat: " Karagözüm, leylek değil, ben takırdıyorum. O palto senin olsun. Kürkçü Emin'den kendime kürklü palto alacağım. "
    Karagöz: " Körükçü Cemil'den palto mu çalacaksın? "
    Hacivat: " Çalmayacağım, parasıyla kürklü palto alacağım. "
    Karagöz: " Hacivat'ım, paltonu geri al, bana kürklü palto satın al. "
    Hacivat: " Olmaz Karagözüm, benim eski paltomu sen giy. Ben kendime kürklü palto alacağım. "
    Karagöz, kendine alma, bana al dedikçe, Hacivat, sana değil, kendime alacağım der ve birlikte Kürkçü Emin'in dükkanına girerler. Bunlar dükkanda tartışa dursunlar, Kürkçü Emin bir diğer lakabı da tilki Emin: Gençliğinde bir taşla dört kuş vurmuşluğu vardır. Şimdi ise, bir taşla iki kuş vurmanın derdindedir. Sensin der, büyüksün der, zenginsin der ve Hacivat'a iki kürklü palto satar. Paltoların birini Hacivat, diğerini Karagöz giyer.
    Hacivat, Karagöz ile birlikte yolda giderken, gördüğü bir fakire eski paltosunu verir. İki arkadaş ilk karşılaştıkları yerden geçerken, leyleğin o evin bacasında olmadığını görürler.
    Hacivat: " Bak Karagözüm, leylek yok, gitmiş. "
    Karagöz başını kaldırır, etrafına bakınır:
    " Başka leylekler mi gelmiş? Hani nerede? "
    Hacivat: " Başka leylek falan yok. Tek leylek vardı, o da gitmiş. "
    Karagöz: " Ha, şu zamansız gelen leylek. Onun sayesinde kürklü palto sahibi oldum. Şansım açıldı. Bundan sonra beni kimse tutmasın. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
    Milli Eğitim Ve Kültür Bakanlığı / 2017
    Türkçe 5. Sınıf Ders Kitabı 108. sayfa
    http://talimterbiye.mebnet.net/Kitap...ce5_Kitap2.pdf

    --------------------------------------------------------------------------
    DİLENCİ HACİVAT
    Hacivat tüccarın biriyle ortak olur. Birlikte mal alıp satmaya başlarlar. İlk zamanlar işler iyi gider, sonradan bozulur. Bir sabah erkenden tüccar çıkagelir ve Hacivat'a iflas ettiklerini, elde avuçta birşey kalmadığını söyler. Hacivat parasız ve çaresiz kalır, evine ekmek götüremez olur. İş arar bulamaz, dilencilik yapmaya başlar:
    " Fakire bir sadaka, fakire bir sadaka, " diyerek dolanır durur.
    Karagöz Hacivat'ı dilenirken görünce beyninden vurulmuşa döner. Kendini çabucak toparlar ve Hacivat'ın yanına gider.
    Karagöz: " Hacivat'ım, bu ne hal böyle? "
    Hacivat: " Halim haraptır, Karagözüm. Tüccarın biriyle ortaklık kurdum, koca serveti har vurup harman savurdum. "
    Karagöz: " Koca servet mi? Bu işe ne yatırdın sen onu söyle. "
    Hacivat: " Bin beş yüz altın. Gitti, gitti, bin beş yüz altınım. "
    Karagöz: " Ne?! Senin o kadar altının var mıydı, Hacivat? "
    Hacivat: " Olmaz olur mu Karagözüm? Babamdan kalan servet pek çoktu. "
    Karagöz: " Hazıra dağlar dayanmaz derler. "
    Hacivat: " Dayandı. "
    Karagöz: " Mirasyedinin mirası biter derler. "
    Hacivat: " Bitmedi. "
    Karagöz daha sonra Hacivat'tan tüccarın adını öğrenir. Tüccara giderek, ortak aradığını, evini ve bahçesini ortaya koyarak iş yapmak istediğini söyler ama gelir gider defterini kendisinin tutması gerektiğini bildirir. Tüccar, Hacivat'tan sonra yolunacak kaz olarak gördüğü Karagöz'e elindeki bin beş yüz altını verir.
    Karagöz ertesi gün Hacivat'a bin beş yüz altını verir ve bir daha kimseyle ortak olmamasını söyler. Daha ertesi gün Karagöz'ün evine gelen tüccar yanındaki adamı göstererek, evi ve bahçeyi satın almak isteyen bir müşteri buldum, der. Ayrıca ortaklık gereği verdiği altınların bundan sonra kendisinde duracağını söyler. Bunun üzerine Karagöz altınları gece evine giren hırsızın götürdüğünü, ortaklık kalmadığı için, evini ve bahçesini satmaktan vazgeçtiğini söyler. Tüccar durumu kabullenmek istemez. Karagöz sesini yükseltir, tüccara diklenir. Tüccar, Karagöz'ün karşısında tutunamaz. Müşteri kaçar gider. Çaresiz kalan tüccar yol kenarına oturup ava giderken avlandım der ve hüngür hüngür ağlamaya başlar.

    ---------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ BALIKÇI
    İşsiz kalan Karagöz Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Misi Köyü'ne giderek oradaki gölden alabalık tutmaya başlar. Akşamüstü at arabasına binerek Bursa'ya döner. Alabalıkların bir kısmını kendine ayıran Karagöz geri kalanı balıkçılara satar.
    Bir akşamüstü alabalıkları temizleyen Karagöz'ün hanımı balığın birinin içinde inci bulur. Çok sevinir. Odada oturmakta olan Karagöz'e inciyi gösterir. Karagöz sevinçten ne yapacağını şaşırır ve oynamaya başlar. Akşam yemeğinden sonra evde konuşulan tek konu incidir. Karagöz'ün oğlu Yaşar, baba, ya tuttuğun öteki balıklarda da inci varsa, deyince Karagöz: "Doğru oğlum, o balıklarda inci olabilir. O zaman alabalıkların içini evde temizleriz, karnında inci olup olmadığına bakar, öyle satarız. On-on beş alabalığın birinden inci çıksa zengin olduk demektir. "
    Karagöz sonraki günlerde düşüncesini aynen uygular. Evde temizlenen alabalıkların birinden, ikisinden inci çıkmaktadır. İncileri kuyumcuya satan Karagöz kısa zamanda fakirlikten kurtulur. Kuyumcu incinin kaynağını merak eder. Karagöz'ün ağzını arayan kuyumcu hiçbir şey öğrenemez. Bunun üzerine gizlice Karagöz'ü takip etmeye başlar. Sonunda olayı çözer ve gölün karşı kıyısında çadır kurarak, beş karısını, oğullarını, kızlarını, gelinlerini, damatlarını ve torunlarını getirir. Birlikte çok çalışarak, çok balık tutarak kısa zamanda göldeki alabalık neslini kuruturlar. Gölde bir tane alabalık kalmaz. Kuyumcu, torbalar dolusu inciyle servetine servet katar.
    Aradan günler, haftalar geçmesine karşın, bir tek alabalık tutamayan Karagöz yol parası, evin geçimi derken, giderek fakirleşir. Daha sonra yine Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Hacivat ile birlikte Ulucami'nin yapım işinde çalışmaya başlar.

    ------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ AŞIK
    Genç Karagöz Bursa sokaklarında elinde bir demet ısırgan otuyla hızlı adımlarla yürürken, Hacivat'la karşılaşır. Hacivat sorar:
    " Hayrola Karagözüm, bu ne acele? Sanki peşinden köpek kovalıyor. "
    Karagöz: " Sus Hacivat! Köpek beni niye kovalasın? O ancak senin gibileri kovalar. "
    Hacivat: " Hemen kızma Karagözüm, lafın gelişi öyle dedim. Hızlı hızlı nereye böyle? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Hızlı hızlı nereye böyle? Yani nereye yetişeceksin? "
    Karagöz: " Şey, yavuklumla buluşacağım da. "
    Hacivat: " Yavuklun mu? Senin yavuklun mu var? "
    Karagöz: " Var tabi, neden olmasın? Ben sevemez miyim yani? "
    Hacivat: " Tabi seversin, yavuklun da olur. O elindeki nedir? Isırgan otu mu? "
    Karagöz: " He ya ısırgan otu. Yavukluma verecektim "
    Hacivat: " Olur mu Karagözüm, hiç insan sevdiğine ısırgan otu verir miymiş? "
    Karagöz: " Ee o zaman ne verir?
    Hacivat: " Karanfil verir. "
    Karagöz: " Kara fil mi? Afrika mı burası? Fil ne arar? "
    Hacivat: " Karanfil dedim Karagözüm. Bir tür çiçek. "
    Karagöz: " Çilek bulunmaz şimdi, mevsimi değil. "
    Hacivat: " Çilek değil, çiçek dedim. Her neyse sen iyisi kırmızı gül götür. "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Kırmızı gül, kırmızı gül. "
    Karagöz: " Kırmızı tül mü? Perdelik tüllerden mi? "
    Hacivat: " Dur Karagözüm, ne perdesi ne tülü. Kırmızı gül dedim. "
    Karagöz: " Kırmızı kül mü? Amma yaptın Hacivat, külün kırmızısı mı olurmuş? "
    Hacivat: " Yine yanlış anladın. Peki o zaman senin dilinle konuşalım. Ya nesi olur? "
    Karagöz: " Sen de ne cahilsin Hacivat. Külün rengi kül rengi olur. Bilmiyorsan öğren. "
    Karagöz'ün yanlış anlamaları karşısında sinirlenen Hacivat ne kadar hırslandığını Karagöz'e fark ettirmemeye çalışır. Kuruyan dili damağında zorlukla döner:
    " Tamam Karagözüm, yavukluna ne istersen götür. Isırgan götür, sarımsak götür, soğan götür. "
    Hacivat, ister ıspanak götür, ister pırasa götür, diye söylenerek uzaklaşır gider. Hacivat'ın arkasından bakakalan Karagöz çabucak aklını toplar. Kendini daha sağlıklı düşünmeye zorlar:
    " Hacivat'ın her dediğini ısırganın yanında yavukluma hediye etsem iyi olacak. Şimdi ben sarımsak, soğan, ıspanak, pırasa nerede bulurum? "
    Karagöz aradıklarını komşuların yardımıyla tamamlar. Hepsini bir sepete koyarak yavuklusuna verir. Karagöz'ün yavuklusu genç kız hediyelerden dolayısıyla memnun olur. Bu genç kız Karagöz'ün oğlu Yaşar'ın annesidir.

    ------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KÖSE
    Güzel, güneşli bir yaz gününde Pınarbaşı Meydanı'nda bir sürü adam toplanmış, kahkaha patlatıyordu. Şişiren ağızdır da balonu patlatan iğnedir. Ağızdan çıkan iğneli sözler, adama nasıl kahkaha patlattırır, dilerseniz bunu öğrenelim.
    Hacivat: " Ak akçe kara gün içindir. "
    Karagöz: " Akçe yok ki kara güne saklasam. "
    Hacivat: " Bir elin nesi var, iki elin sesi var. "
    Karagöz: " Kurnada oturanın elinde hamam tası var. "
    Hacivat: " Söz gümüşse sükut altındır. "
    Karagöz: " Söz altınsa sükut tenekedir. "
    Hacivat: " Olur mu Karagözüm, sükut yani susmak altındır. "
    Karagöz: " İyi, o zaman susalım, konuşmayalım. Buradaki kalabalık hemen dağılır. İnsanlar, işini bırakıp bizi dinlemeye geliyorsa sözüm altın değerinde olduğu içindir. "
    Karagöz kalabalığa dönerek: " Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış fırtınasıdır koptu.
    Bu sefer Hacivat kalabalığa dönerek: " Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış boranıdır koptu. Eee ne diyelim onları alkışlayanlar sayıldığında birbirine eşit olduğu görüldü. Yalnız karşıda duran ve Karagöz ile Hacivat'ın her iğneli vuruşuna kahkahasını patlattıran köse kimseyi alkışlamadı. Sonradan sordum, benim oyum ikisine, dedi.

    ----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: EKMEK
    Bursa sokaklarında gezip dolaşan Karagöz ile Hacivat, Pınarbaşı Meydanı’na geldiklerinde yorulduklarını anlarlar ve bir ağacın altına oturup dinlenirler.
    Daha sonra Hacivat:“ Aman Karagözüm, içim bayıldı. Fırından ekmek al da suya banıp yiyelim. “
    Karagöz: “ Ekmek alayım da yakında fırın var mıdır? “
    Hacivat: “ Var ya. Az önce önünden geçtik. “
    Karagöz: “ Hiç fark etmedim. Yerini tarif et, hangi somun fırınında? “
    Hacivat eliyle işaret eder: “ Şuradaki inek ahırının ilerisindeki somun fırınında. “
    Karagöz: “ Ne işi varmış elinin ineğin kuyruk sokumunda? “
    Hacivat: “ Karagözüm, nereden çıkarırsın ineğin kuyruk sokumunu? Şu ahırın ilerisindeki somun ekmek fırınında. “
    Karagöz: “ Ahırda samandan ekmek mi pişiriyorlar? “
    Hacivat: “ Hiç samandan ekmek olur mu? Buğday ekmeği olur, buğday. “
    Karagöz: “ Atlara buğday ekmeği, insanlara saman ekmeği. “
    Hacivat: “ İnsanlar saman ekmeği yemezler. İnsanlara buğday ekmeği, atlara saman ekmeği. “
    Karagöz: “ Demek o fırında atlara saman ekmeği pişiriyorlar. “
    Hacivat: “ Öyle demek istemedim. “
    Karagöz: “ Ama öyle dedin. Atlara saman ekmeği dedin. “
    Hacivat: “ Dur Karagözüm. Sana cümle anlatayım derken, ben kelimeleri şaşırdım. Gitmemek için, böyle yaptın. Ağzımdan çıkanı kulağıma duyurmadın. Ben bir ekmek alıp geleyim, “ diyen Hacivat hızlı adımlarla oradan ayrılır. Biraz sonra elinde bir somun ekmek ve bir çanak suyla gelir. Ekmeği ikiye böler ve yarısını Karagöz’e verir. Birlikte ekmeklerini suya banıp yerler.

    ------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ'ÜN İĞNESİ
    Hacivat birkaç gündür görmediği Karagöz'ü sağda solda arar, bulamaz. Sorar soruşturur bilen, gören yoktur. Son çare olarak evine gider. Karısı Karagöz'ün üç gündür evin samanlığında olduğunu ve yemeğini bile orada yediğini söyler. Hacivat bahçeden samanlığa geçer. Karagöz samanların arasında bir şey aramaktadır. Ama ne?*
    Hacivat: " Selam Karagözüm, ben geldim, selam. "
    Karagöz: " Hay Selami'nin kara kellesi. Sen misin Hacivat? "
    Hacivat: " İyi günler Karagözüm, iyi günler. "
    Karagöz: " Güller iyidir de ben papatyayı pek severim. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, neden o? "
    Karagöz: " Papatyanın yapraklarını seviyor, sevmiyor diye koparıyorum, hep Hacivat beni sevmiyor çıkıyor. "
    Hacivat: " Olur mu Karagözüm? Ben seni çok severim. Bunu cümle alem bilir. "
    Karagöz: " Düğmeci Adem bilir ama ben bilmiyorum. Beni sevmeyeni ben de sevmem. "
    Hacivat: " Yapma. "
    Karagöz: " Yaptım bile. "
    Hacivat: " Etme. "
    Karagöz: " Ettim bile. "
    Hacivat: " Papatya falına inanma. "
    Karagöz: " Ee *kime inanacağım? "
    Hacivat: " Bana inan Karagözüm. "
    Karagöz: " O zaman sevdiğini ispat et. Bir şey istesem yapar mısın? "
    Hacivat: " Emrin olur. Ne istersen yaparım. "
    Karagöz: " Samanların arasına iğne düşürdüm. Bul iğneyi, ispatla sevdiğini. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, samanlıkta iğne aranır mı? "
    Karagöz: " Aranır, ben üç gündür arıyorum. "
    Hacivat: " Aradın da buldun mu? "
    Karagöz: " Bulamadım. Sanki iğne samana dönüşmüş. "
    Hacivat: " O iğne ne iğnesiydi? "
    Karagöz: " Arı iğnesi değil herhalde , dikiş iğnesiydi. "
    Ben şimdi o iğneyi bulurum, diyen Hacivat samanlıkta iğne aramaya başlar. Birkaç dakika sonra her zaman yakasında bulundurduğu dikiş iğnesini, işte iğneni buldum, diyerek Karagöz'e verir. Karagöz buna çok sevinir ve Hacivat'ı alnından öper. Hacivat Karagöz'ün koluna girerek bahçeye çıkarır. Altlarına birer sandalye çekip otururlar. Karagöz karısına seslenir ve hanım bize iki çay yap, der. Çaylar gelinceye kadar onlar sohbeti o kadar koyulaştırır ve şakalaşmalarını o kadar ağırlaştırırlar ki, dünyanın gelmiş geçmiş en somurtkan insanını kahkahalarla güldürecek düzeye erişirler.*

    ------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İŞSİZ
    Uzun zamandır işsiz olan ve geçim zorluğu çeken Karagöz hanımını ve oğlu Yaşar'ı köye, babasına gönderir. İş aramaktan bıkar, yalnızlıktan sıkılır ve yolda rastladığı Hacivat'ı evine çay içmeye davet eder. Eve gelince bakar çay ve şeker kavanozları bomboştur. Hacivat'a durumu anlatmak zor olacağı için, ne yapacağını bilemez. Mutfakta çaresiz beklemeye başlar. Daha sonra Hacivat odadan bağırır: " Haydi Karagözüm, çay demlendiyse getir de içelim. "
    Bunun üzerine Karagöz Hacivat'ın yanına gelir ve sorar: " Çayı kaç şekerli içersin? "
    Hacivat: " Ben çayı çok şekerli içerim. "
    Karagöz: " Çok şekerli mi? Çokşeker Arif çay bardağına sığmaz ki. "
    Hacivat: " O zaman çift şekerli olsun. "
    Karagöz: " Çiftelerin Şakir İzmir'e taşındı. "
    Hacivat: " Bari tek şekerli olsun. "
    Karagöz: " Şekersiz içsen. "
    Hacivat: " Amma yaptın ha! Şekersiz çay mı içilirmiş? "
    Karagöz: " Anla işte, evde şeker yok. "
    Hacivat: " Çay demlenmiştir. Bardağa koy da getir bakalım. "
    Karagöz: " Evde çay yok ki. Ocağı yakmadım. "
    Hacivat: " Bir de soruyorsun, çayı kaç şekerli içersin diye? "
    Karagöz: " İnan Hacivat, evde çay ve şekerin bittiğini bilmiyordum. "
    Hacivat: " Sizinkileri köye gönderdiğini duydum. "
    Karagöz: " Doğrudur, burada aç kalmasınlar diye. "
    Hacivat Karagöz'ün eline birkaç akçe sıkıştırır:
    " Git bakkaldan çay, şeker, ekmek, peynir falan al. "
    Karagöz bir koşu Hacivat'ın dediklerini alır, gelir. Ocağı yakar, çayı demler. Birlikte çay içerler, peynir, ekmek yerler. Hacivat çayları çok şekerli içer. Karagöz'ün ise, çayları tek şekerli içmesinin nedeni Hacivat'ın aldığı yarım kilo şekerin bitmesini istemediğinden.
    Hacivat ertesi gün Karagöz'e bahçıvanlık işi bulur. Karagöz çalışmaya başlar. Haftalığını alınca hanımını ve oğlunu köyden getirtir. Böylelikle Karagöz ailesi normal günlük yaşantılarına dönerler.*

    ----------------------------------------------------------
    KARAGÖZ EZAN OKUYOR
    Karagöz iddia üzerine minareye çıkıp öğle ezanı okumaya başlar. Fakat ezanın yarısında takılır, kalır. Gerisini unutmuştur. Sil baştan tekrar okur, yine aynı yerde takılır. Bu böyle devam eder. Karagöz ezanı bir türlü tamamlayamaz. Cemaat namaza başlamak için, ezanın bitmesini beklemektedir. Zaman geçtikçe homurtular artar.*
    Hacivat aşağıdan Karagözüm şöyle de, sonra bunu de diye bağırarak *yardımcı olmak ister. Sonunda ezanı bırakan Karagöz, beni sen şaşırttın diyerek minareden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Cemaat araya girer ve Hacivat'ı Karagöz'ün elinden kurtarır. Bu sefer Karagöz daha da sinirlenir ve cemaati sille tokat döver. Cemaat ve Hacivat kaçıp gider. Daha sonra minareye çıkan Karagöz ezanı güzelce okur ve derin bir oh çeker.*

    -------------------------------------------------------------
    HACİVAT'IN İPİ
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Karagöz'ün telaşlı olduğunu gören Hacivat sorar: " Hayrola Karagözüm, nereye böyle? "
    Karagöz: " Bahçedeki kuyudan su çekerken ip koptu. Kova kuyuya düştü. İp almaya gidiyorum. "
    Hacivat: " Evde sağlam bir ip var. Onu sana vereyim. Ben ipin ucunu tutarım, sen kuyuya inersin. "
    Karagöz: " Ben senin ipinle kuyuya inmem. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, bana hiç mi itimadın yok?*
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " Yani bana hiç mi güvenin yok? "
    Karagöz: " Yok, çünkü ben kuyuya inince ipin ucunu bırakırsın, aşağıda kalırım. "
    Hacivat ağzı bir karış açık Karagöz'e bakakalır. Bu sefer Karagöz sorar:
    " Söyle bakalım Hacivat, sen benim ipimle kuyuya iner misin? "
    Hacivat: " İnerim. "
    Karagöz: " Ya bıçakla ipi kesersem. "
    Hacivat: " Öyle bir şey yapmazsın Karagözüm. Ben sana güvenirim. "
    Karagöz: " Ben de düne kadar sana güvenirdim ama gece rüyamda kuyuya indiydim de beni kuyuda bıraktıydın. Artık güvenim kalmadı. "
    Hacivat: " Rüyandaki ben değildim, gerçekler rüyadan farklı olur. " diyerek uzun süre dil döker, sonunda Karagöz'ü ikna eder ve evden ip alıp gelir. Bahçedeki kuyuya Karagöz Hacivat'ın ipiyle iner. Hacivat ipin ucunu bırakıp kaçar. Karagöz'ün bağırması üzerine komşular gelip onu kuyudan çıkarırlar. Altı ay ne Karagöz Hacivat'ı, ne de Hacivat Karagöz'ü arayıp sormaz. İlk defa bu kadar uzun süre küs kalırlar.

    ---------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİZANS ALTINI
    Karagöz bir gece rüyasında kendini Pınarbaşı Meydanı'nda toprağı kazarken görür. Kazar, kazar ve sonunda bir küp Bizans altını bulur. Çok sevinir ve oynamaya başlar. Daha sonra kan ter içinde uyanır. Sabahı bekleyemez, alacakaranlıkta kazmayı, küreği kapar ve yola çıkar.*
    Pınarbaşı Meydanı'na geldiğinde acele tarafından kazmayı toprağa vurur. Kazdıkça kazar. Sabahleyin işe giden Bursalılar, Karagöz'ü görürler. Toprağı neden kazdığını sorarlar. Karagöz rüyasını anlatır. Adamlardan bazıları Karagöz'e katılır. Onlar da kazma, küreklerini alıp gelirler ve biri o yanda, biri bu yanda kazmaya başlarlar.*
    Öğle vaktine doğru Hacivat olaydan haberdar olur. Evde bulunan babadan kalma bir Bizans altınını cebine koyar ve yola çıkar. Hacivat geldiğinde Karagöz rüyasını ona da anlatır. Hacivat sırf muziplik olsun diye dinlenen birinin kazmasıyla toprağı biraz kazar ve altın buldum diye bağırır. Yanındaki Bizans altınını gösterir. Buna sevinen Karagöz altını alır, cebine atar ve orayı daha derin kazmaya başlar.
    Akşam üstüne doğru meydan baştan aşağı kazılır ama başka altın bulan olmaz. Karagöz tamam der ve işi bırakırlar. Karagöz meydandan ayrılmadan Hacivat önüne çıkar:
    " Aman Karagözüm, ben şaka yapmıştım. Altını evden getirmiştim. Altınımı ver de gideyim, " der.*
    Karagöz: " Oldu mu şimdi Hacivat? Altını burada buldun. "
    Hacivat: " Hayır, ben onu evden getirmiştim. "
    Karagöz: " Senin evde altın ne arar? Bu altın rüyamda gördüğüm altınlardan biri. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, etme, eyleme, beni buraya geldiğime pişman etme. "
    Oradaki adamlar Karagöz'den yana taraf olunca Hacivat susar ve bir kenara oturup ağlamaya başlar. Karagöz altını epey bir akçe karşılığında satar. Kışın dört ay evde sırtüstü yatar, çalışmaz ve akçeleri bitirir. Yazın gelmesiyle birlikte iş aramaya başlar.*


    --------------------------------------------------------------------------
    SİVRİKOZ ZAMANA KARŞI
    Sivrikoz'un küçük yaşlardan itibaren kafasına takılan sorular vardır. Yıllar geçtikçe bu sorular daha da belirginleşir. Annesine, babasına, amcasına, dayısına bu soruları sorar fakat gelen cevaplar tatminkar olmaz. İyi, güzel diyorsunuz da benim beklediğim cevaplar bunlar değil, der. Babası bir gün: " Sivrikoz beklediğin cevaplar bunlar değilse sen sorduğun soruların cevabını biliyorsun demektir. " der de Sivrikoz babasına cevaplardan tam olarak emin olmadığını söyler. Sivrikoz'un sorduğu sorular nedir?
    Acımasızca geçen zaman, insanları neden yaşlandırıyor?
    İnsanların görünüşleri neden değişiyor?
    Zaman geçtiği için, insanlar yaşlanıyorsa zamanı durdurmak mümkün değil midir?
    Sivrikoz bir gün babası Hacivat'tan izin alır ve zamanı arayıp bulmak, onunla hesaplaşmak için, yola çıkar. Sonraki günlerde zamanı arar, her önüne gelene zamanı sorar ama kimse zamanın nerede olduğunu bilmemektedir. Günlerden bir gün bir ormandan geçerken bunalır, olanlar canına tak der ve bağırır: " Ey zaman, kimsin sen, neredesin, aramaktan bıktım, çık ortaya, yetti yaptıkların. "
    Birden ormanda sert bir ses yankılanır: " Hey genç, beni mi aradın? Senin adın nedir? "
    " Benim adım Sivrikoz. Seni aradım. Soracak sorularım var. Neden insanları yaşlandırıyorsun? Şimdinin ihtiyarı bir zamanlar gençtim, güçlüydüm diyor. Geçtin de ne oldu? Ne kazandın? İnsanlar belli bir yaşa gelince o insan için zamanı durdur. Yaşlanmasın ama yaşasın. Genç kalsın. "
    " Sen neler diyorsun Sivrikoz? Daha önce kimse benim işime karışmıyordu. Ben de istediğim gibi kendimi kuruyordum. Genç ve güçlü birini, yaşlı, iki büklüm bir ihtiyar haline getirmek benim için önemli. Ben o ihtiyarın genç halini hatırlar ve gülümserim. Ama sen istemiyorsan bundan sonra kimseyi yaşlandırmam. "
    Zamandan söz alan Sivrikoz sevinçle oradan uzaklaşır. Sonraki günlerde zaman sözünü tutmaz ve insanları yaşlandırmaya devam eder. Durumu fark eden Sivrikoz çok üzülür ve bir daha zamanı ne arayıp, ne sorar.


    Yazan Serdar Yıldırım

  12. 2 kişi Serdar Yıldırım üyemize teşekkür etti:

  13. #7
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 2

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: TUZSUZ DELİ BEKİR
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Ramazan ayının birinci günüdür.
    Hacivat: " Ramazan-ı şerifler hayrolsun Karagözüm. "
    Karagöz: " Sen ne diyorsun Hacivat? Ramazan'la şerif neden kaybolsun? "
    Hacivat: " Ramazan-ı şerifler hayrolsun. Hayırlı ramazanlar. "
    Derdi dağlardan büyük olan Karagöz Hacivat'ın ne dediğini yine anlayamaz: " Ramazanların tarlası mı? Ne bileyim nerededir? "
    Hacivat: " Yani oruç ayına girdik Karagözüm. "
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " Oruçlu musun Karagözüm? Gece sahura kalktın mı? "
    Karagöz: " Gece sabaha kadar uyuyamadım. Bir aralık dalmışım. Kötü bir rüya gördüm. Adamın biri, beni kesiyordu. "
    Hacivat: " Hayrolsun diyecektim. Ama böyle rüyanın hayrı olmaz ki. "
    Karagöz: " Hayri'yi rüyanda mı gördün? "
    Karagözün hey heylerde olduğunu anlayan Hacivat hey heylere hay hay der geçer.
    Hacivat: " Karagözüm, rüyanda seni kim kesiyordu? "
    Karagöz: " Adamın biri. "
    Hacivat: De hadi Karagözüm. Ağzımdan laf çıkmaz bilirsin. "
    Karagöz: " Şu Tuzsuz Deli Bekir. Rüyama kadar girdi. "
    Hacivat: " Ne demek rüyama kadar girdi? Gerçek hayatta da mı keskinleri oynadı? "
    Karagöz anlatmaya başlar: " Yazın bir ara işsizdim. Tuzsuz'dan borç almıştım, ödeyemedim. İkidir gelir kapıyı tekmeler, açmadım diye kızar bağırır. Yolda önüme çıktı, kaçtım, kurtuldum. "
    Hacivat: " Eee sonra ne oldu? "
    Karagöz: " Dün çıkmaz sokakta kıstırdı beni. Hani para dedi. Bıçağını çıkardı, ileri geri salladı. Bir böbrekten, bir ciğerden dedi. "
    Hacivat: " Elinden nasıl kurtuldun? "
    Karagöz: " Yarın söz, paranı vermezsem bildiğin gibi yap dedim. "
    Hacivat: " O ne dedi? "
    Karagöz: " Parça mı olsun, kuşbaşı mı dedi. "
    Hacivat: " Karagözüm, senin borcun ne kadardı? "
    Karagöz borcunu söyler. Hacivat, Karagöz'ün borcunu son kuruşuna kadar eline sayar. Karagöz buna çok sevinir. Daha sonra evinin yolunu tutar. Tahmini doğrudur. Tuzsuz Deli Bekir, elinde bıçağı, kapının önünde bağırıp çağırmaktadır. Karagöz, Bekir Efendi deyip paraları gösterince Tuzsuz bıçaklı elini arkasına saklar: " Vay Karagöz, borcunu getirdin galiba. "
    Karagöz: " Evet, borcum, al say, hepsi tamamdır. "
    Tuzsuz parayı sayar: " Evet, tamam, der, borç morç kalmadı. "
    Karagöz: " Bir daha senden borç almam. Bu son olsun. "
    Tuzsuz: " Vay köfte vay, bir de haklı çıkarsın ha. Ben de sana borç verirsem elim bıçak tutamasın. " der ve bıçağını çıkarır. Karagöz eve kaçar. Kapıyı sürgüler. Kapının önünde nara atan, tehditler savuran Tuzsuz Deli Bekir daha sonra evin önünden uzaklaşır. Böylelikle Karagöz kurtulur.

    ---------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: AYAKLI KÜTÜPHANE
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Karagöz: "Hacivat, evi taşımışsın? "
    Hacivat: " Doğru taşıdım. "
    Karagöz: " Nereye taşıdın? "
    Hacivat: " Şu kilisenin beş ev yukarısına. "
    Karagöz: " Kilis'e mi taşındın? "
    Hacivat: " Kilis demedim Karagözüm. Kilise dedim. "
    Karagöz: " Kilis'e taşındığına göre Konya'yı görmüşsündür. "
    Hacivat: " Konya da nereden çıktı? "
    Karagöz: " Kilis'e giderken kervan Konya'dan geçer. "
    Hacivat: " Ne Konya'sı, ne kervanı? "
    Karagöz: " Mervan dayım Konya'da otururdu. Çocukken gitmiştik. "
    Hacivat: " Dayının adı Mervan mıydı? "
    Karagöz: " Van daha ileride Acem sınırında. "
    Hacivat: " Eee? "
    Karagöz: " Orada bir göl varmış. Deniz kadar büyükmüş. "
    Hacivat: " Göl deniz kadar büyük olur mu? Deniz gölden büyüktür. "
    Karagöz: " Marmara Denizi, Ege Denizi. "
    Hacivat: " .... "
    Karagöz: " Karadeniz, Akdeniz. "
    Hacivat: " Bunları niye sayıyorsun? "
    Karagöz: " Saymayı bilirim, bir, iki, üç. "
    Hacivat: " Sonra. "
    Karagöz: " Üç, iki, bir. "
    Hacivat: " Sonrası yok mu? Sen kaça kadar okudun? "
    Karagöz: " Üçe kadar. Matematikte birinciydim. "
    Hacivat: " Belli, sondan birinci. "
    Karagöz: " Okumam da iyidir. "
    Hacivat: " Şu dükkanın levhasını oku bakalım. "
    Karagöz: " Kem küm. "
    Hacivat: " Sonra. "
    Karagöz: " Ham hum. "
    Hacivat: " Senin neden üçe gidemediğin belli. "
    Karagöz: " Üçe gidecektim ama evden göndermediler. "
    Hacivat: " Neden? "
    Karagöz: " Çok şey öğrenmiştim, beynim dolmuştu. "
    Hacivat: " Yapma ya? "
    Karagöz: " Bana ayaklı kütüphane diyorlardı. "
    Hacivat: " Ayaklı kütüphane ha? "
    Karagöz: " Sen de bir şey bilmiyorsun Hacivat? Sen kaça kadar okudun? "
    Hacivat: " Beşi bitirdim. "
    Karagöz: " Beşi mi? Ben senden çok okumuşum. "
    Hacivat: " Vay vay! Üç mü büyük, beş mi? "
    Karagöz: " Sen de amma cahilsin be Hacivat. Tabi ki üç büyük. "

    ------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KOCA KAFALI BİR KELEŞ
    Hacivat: " Gökyüzünde yıldız var, ay var. "
    Karagöz: " Yeryüzünde baldızımın yaptığı çay var. "
    Hacivat: " Gökyüzünde bulut var, güneş var. "
    Karagöz: " Yeryüzünde unutma keleş var. "
    Hacivat: " Karagözüm, keleş mi var? "
    Karagöz: " Var tabi, koca kafalı bir keleş var. "
    Hacivat: " Acaba kim bu keleş? "
    Karagöz: " Kim olacak tabi ki sen. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, kafan benimkinden büyüktür. "
    Karagöz: " Çaresiz kaldığın için, şu attığın çığlıktır. "
    Hacivat: " Senin denizin bitmiş, çırpındığın sığlıktır. "
    Karagöz: " Sığır sana derler, benden fışkıran sağlıktır. "
    Hacivat: " Sığır bana mı derler? Ben sığır falan değilim. "
    Karagöz: " Sağır değilsin ama sığır olduğun muhakkak. "
    Bana nasıl sığır dersin diyen Hacivat, Karagöz'ün yüzüne sert bir tokat vurur. Karagöz yere yuvarlanır, ayağa kalkar. Sol eli sol yanağının üstündedir.
    Karagöz: " Aman Hacivat, bana vurdun. "
    Hacivat: " Sen de dayak istedin durdun. "
    Karagöz: " Zalim Hacivat, bana vurma. "
    Hacivat: " Senin uçarken gördüğün telli turna. "
    Karagöz: " Hamama gittim, yoktu boş kurna. "
    Hacivat: " Ben seni bilirim, çalar durursun zurna. "
    Karagöz: " De git Hacivat, alırım seni ayağımın altına. "
    Hacivat: " O biraz zor, bugün üzüm şerbeti içtim. "
    Karagöz: " Tarlada buğday, başak mı biçtin? "
    Hacivat: " Karagözüm, bugün çok saçmaladın. "
    Karagöz: " Hacivatım, seçmeyi bilemedin. "
    Hacivat: " Yanlışta olan ben değilim, sensin Karagözüm. "
    Karagöz: " Tepeni delerim, budur son sözüm. "
    Hacivat: " Karagözüm, barış yapalım, sun bana bir salkım üzüm. "
    Karagöz: " İki karış uzakta dur, bir bardak zıkkım çözüm. "
    Hacivat: " Nasıl olur, bir bardak zıkkım çözüm? "
    Karagöz: " İç zıkkımın kökünü, titrerken gör çözümü. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, zıkkım zehir olmasın? "
    Karagöz: " Zehir, tehir olmasın, bardağa dolsun. "
    Hacivat: " Dur Karagözüm, zehir bardağa dolmasın. "
    Karagöz: " O zaman Hacivat sessiz kalsın. "
    Hacivat: " Ağzıma fermuarı çektim, işte bak sustum. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜBRE
    Hacivat Karagöz'ün evinin önünden geçerken, Karagöz pencereden Hacivat'ın üstüne atlar, boğuşmaya başlarlar. Yoldan geçen adamlar ikiliyi ayırırlar, bunlar sakinleşince adamlar gider. Yalnız kalınca Hacivat sorar: " Aman Karagözüm, bana neden saldırdın? Ben sana ne yaptım? "
    Karagöz: " Şuna bak, bir de ne yaptım diye soruyor. "
    Hacivat: " Söyle canım efendim, bir suçum varsa bileyim. "
    Karagöz: " Cenabettin Bey yalıya bahçıvan arıyormuş. Zoti'yi göndermişsin. "
    Hacivat: " Doğrudur. Zoti iyi bahçıvandır "
    Karagöz: " Ben kötü bahçıvan mıyım? "
    Hacivat: " Hayır, kötü bahçıvan değilsin. "
    Karagöz: " O zaman beni gönderseydin. "
    Hacivat: " Geçen defa seni gönderdiydim. Bahçedeki güllerin altına insan gübresi dökmüşsün. O kadar gül soldu. "
    Karagöz: " Eee Cenabettin Bey geldi, Karagöz gülleri gübrele dedi. "
    Hacivat: " Ama olmaz ki, insan gübresi dökülmez ki. "
    Karagöz: " Ne gübresi dökülür? "
    Hacivat: " Hayvan gübresi dökülür. "
    Karagöz: " Kedi, köpek gübresi. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Kuş, fare gübresi. "
    Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. "
    Karagöz: " Bunlar hayvan değil mi? "
    Hacivat: " Hayvan ama gübreleri bahçede kullanılmaz. "
    Karagöz: " Kullanılırsa ne olur? "
    Hacivat: " Topraktaki bitkiyi öldürür. Tarla, bahçe bozulur. "
    Karagöz: " .... "
    Hacivat: " Bir de Cenabettin Bey'i sokakta kovalamışsın. "
    Karagöz: " Kovalarım tabi. Bana kızdı, bağırdı. "
    Hacivat: " Kızar, bağırır. Yalının bahçesini tümden bitirdin. Bahçeyi temizletti, yeniden gül ektiriyor. "
    Karagöz: " Keşke ben ekseydim gülleri. "
    Hacivat: " Artık sana orası yasak. "
    Karagöz: " Gülleri eksinler de sonra ben bakımını yaparım. "
    Hacivat: " Karagözüm, söyle bakalım ne gübresi kullanırsın? "
    Karagöz: " Sen söyle. "
    Hacivat: " Ahır hayvanlarının gübresi. Say bakalım. "
    Karagöz: " İnek, öküz gübresi. "
    Hacivat: " Başka. "
    Karagöz: " Boğa, tosun gübresi. "
    Hacivat: " Başka. "
    Karagöz: " At, eşek gübresi. "
    Hacivat: " Başka, başka. "
    Karagöz: " Koyun, keçi gübresi. "
    Hacivat: " Değil mi ya? İşte bunları kullanmalısın? "
    Karagöz: " Bak hepsini bildim. Zoti'yi kov, beni işe al. "
    Hacivat: " Zoti'yi kovmam ama seni işe alırım. Yeni bir iş. "
    Karagöz: " Yeni bir iş mi? Ne işi bu? "
    Hacivat: " Yük taşıyacaksın. Sandık sandık domates. "
    Karagöz: " Gündelik ne kadar? "
    Hacivat: " Gündelikler hep aynı. Bu işin bir de ayrıcalığı var."
    Karagöz: " Ayrıcalık mı? Neymiş o çabuk söyle. "
    Hacivat: " İstediğin kadar domates yiyebilirsin. "
    Karagöz: " İstediğim kadar mı? Desene yaşadım. Midem bayram edecek. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MATİZ
    Hacivat'ı gece uyku tutmaz. Sabah erkenden kalkar, giyinip dışarı çıkar. Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Bir daha çalar. Karagöz uykulu gözlerle pencereye çıkar. Bakar kapıyı çalan Hacivat'tır: " Hacivat, sabahın seher vakti neden kapıyı çalarsın? " diye sorar.
    Hacivat: " İn aşağı Karagözüm, yarenlik edelim. Ben söyleyeyim, sen dinle. Sen söyle ben dinleyeyim. "
    Karagöz: " De git Hacivat, başka işin yok mu senin? Alırım ayağımın altına. "
    Hacivat: " Gel aşağı Karagözüm, gece uyku tutmadı. "
    Karagöz: " Seni uyku tutmadı ama benim uykumu kaçırdın. "
    Hacivat: " Uykunu mu kaçırdım? Uykun nereye kaçtı? "
    " Uykum sana kaçtı, " diyen Karagöz, pencereden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Karagöz'ün elinden kurtulan Hacivat: " Dur Karagözüm, sana bir hesap sorusu sorayım, bilirsen hemen giderim. " der.
    Karagöz: " Sor bakayım, benim hesabım kuvvetlidir. "
    Hacivat: " İki iki daha kaç eder? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Yani ikiyle ikiyi toplasan kaç olur? "
    Karagöz: " Kaç mı olur? İkiyle ikiyi toplasan kaç olur? "
    Hacivat: " Tamam işte Karagözüm, ben sana soruyorum. İkiyle ikiyi topla kaç buldun? "
    Karagöz: " İki iki daha şey eder. Ya Hacivat, bu soru kolay, daha zorunu sor. "
    Hacivat: " Sen bunu bil, daha zorunu sorarım. "
    Karagöz düşünürken, aradan zaman geçer. Sağa sola bakınıp bir kurtarıcı ararken, Tuzsuz Deli Bekir çıkagelir. Hacivat'tan çok Karagöz'le haşır neşirliği vardır: " Vay Karagöz, arpacık kumrusu gibi ne düşünürsün? Karadeniz'de gemilerin batamaz, kayığın olsa Marmara'da batardı. Bilmem anladın mı? "
    Karagöz bu matizden oldum olası hoşlanmamıştır. Onun olduğu ortamda dut yemiş bülbüle döner. Matize korkuyla karışık saygı duyar. Her zaman, matizin belindeki bıçak olmasa ben bilirim yapacağımı, der. Ama ufaktan da olsa racon kesmeden duramaz: " Ya matiz, Hacivat beni gece rüyasında görmüş. Sabah erkenden kapıma üşüştü. Soru soracağım, dedi. Şimdi sen söyle: İki iki daha kaç eder, ben bilemem mi? "
    Matiz: " Bilemezsin. Bilirsen seni sokak sokak sırtımda gezdiririm. " Der ve belinden bıçağını çıkarır, aha bak şuraya yazıyorum, diyerek çömelip toprağı eşeler.
    Bunun üzerine Karagöz sadece küçük değil, büyük dilini de yutar. Sus pus olur ve gözlerini aşağı indirir. İçinden, matiz geldi, beni Hacivat'ın elinden kurtardı ama rezil etmese bari, diye düşünür.
    Karagöz'ün süngüsünün düştüğünü gören matiz Hacivat'a döner: "Bak Hacivat, ben ilk mektebin birinci sınıfına giderken, sınıfın en tembeliydim. Arap hoca bize dua öğretirdi. Evde kitaptan iyice çalışın, ezberleyin, gelin. İşte şu, şu duaları okutucam, derdi. Ben evde tastamam duaları ezberlerdim ama Arap hoca karşıma dikilince duaları unutuverirdim. Bana kızardı, bağırırdı. Senenin ortasına doğru bu Karagöz bizim sınıfa geldi. Arap hoca beni bıraktı, buna yöneldi. Karagöz araptan çok azar işitti. Üçe gitmedi. Daha sonra başka mahalleye taşındılar, bu da araptan kurtuldu. Arap hoca tekrar bana döndü. Bir sene sonra ben de araptan kurtuldum, dörde gitmedim. "
    Matiz derin bir iç geçirir, hal ve gidiş böyle Hacivat kardeş. Haydi, kalın sağlıcakla, der ve yürüyüp gider. Karagöz ile Hacivat ise, az sonra selamlaşıp dostça ayrışırlar.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ZAMAN MAKİNESİ
    Karagöz bir gün hızlı adımlarla evinden çıkar ve Hacivat'ın evine doğru yürümeye başlar. Karagöz çok hırslıdır, gözü hiçbir şeyi görmez. Kendisini tanıyıp, selam verenlere bile eyvallah etmez. Hışımla gelip, Hacivat'ın evinin kapısını çalar. Hacivat kapıyı açar:
    " Yavaş ol Karagözüm, kapıyı kıracaksın! Tokmağı görmez misin? Tekmeyle kapı çalınır mı? Evi yıkacaksın. Benden korkmaz mısın? "
    " Kes! Senden korkmam. Sen benden korkar mısın? "
    " Aman Karagözüm, korkarım. Yeter ki, evimi başıma yıkma."
    " Hemen gel, benim evin bahçesine. Hani diyordun ya yüz sene sonra ne seni ne beni kimse bilmez, hatırlamaz. Onun sağlamasını yapacağız. Bakalım doğru mu? "
    " Hah hah ha. Aman Karagözüm. Bırak yüz seneyi, elli altmış sene sonra bile insanlar bizi hatırlamaz. Suya yazılan yazı gibi, ağızdan söz uçup gider. Kim Hacivat diye, kim Karagöz diye, kim beni ana, kim seni bile. "
    " Kes! Çekerim senin kulaklarını. Kapa kapını, düş peşime. "
    Gerisin geriye dönüp uzaklaşan Karagöz'ün ardından, Hacivat koşarak zor yetişir: " Karagözüm, nedir benimle derdin? Ben öylesine şakacıktan söylemişimdir. Sen esas mı sanırsın? "
    " Artık iş çığırından çıktı. Sen şakacıktan konuşmadın, ben de esas sandım. Elli altmış sene değil, altı yüz altmış sene sonrasına gideceğiz ve o zamanın insanına bizi soracağız. Ey ademoğlu, Karagöz ile Hacivat'ı bilir misin, diyeceğiz. Yüz kişiden bir kişi bile tanımayan çıkarsa, ben süpürge olayım, yolları süpüreyim. "

    Karagöz daha sonra Hacivat'ı evinin bahçesine götürür ve kendi icadı zaman makinesini gösterir: " Bak Hacivat, bu benim yaptığım zaman makinesi. İkimiz buna binip geleceğe gideceğiz. Bakalım Bursa ve Pınarbaşı Meydanı nasılmış? Kaç yüz sene sonra insanlar nasılmış? Bütün bunları öğreneceğiz. "
    " Aman Karagözüm, bu ne böyle? Tahtadan, tenekeden bir odacık yapmışsın. Ama bunun tekerlekleri yok. Tekerlekleri olsa bile hani at, hani eşek. Bunu ne çekip götürecek? "
    " Kes! Zırıltıyı bırak! Tekerleğe ihtiyaç yok, çünkü yürümeyecek. Bu makine zaman içinde süzülecek. Süzülerek zamandan hızlı gidecek ve zamanın önüne geçecek. İstediğim yerde duracak ve o zamanda kalacak. Biz de makineden çıkıp geleceği göreceğiz, yaşayacağız. "
    "Neler diyorsun, Karagözüm? Söylediklerinin yarısını anlamadım. İddianı ispat et, benden sana bir tepsi cevizli baklava hediye. "
    Bunun üzerine Karagöz: " Bir tepsi cevizli baklava mı? Desene ağzım tatlanacak," dedikten sonra zaman makinesinin kapısını açar ve haydi bakalım Hacivat, gir içeri, der.
    Hacivat içeri girip sandalyeye oturur. Karagöz de diğer sandalyeye oturup kapıyı kapatır. Ayaklarıyla bisiklet pedalına benzer bir tür pedalı çevirmeye başlar. Aracın etrafını bir zaman bulutu kümesi kaplar. Karagöz, Bursa Pınarbaşı Meydanı diye bağırır ve pedalı altı yüz altmış defa çevirdikten sonra bırakır. Biraz sonra araç Pınarbaşı Meydanı'nda belirir. Karagöz ile Hacivat araçtan çıkarlar.

    Sene 2011. Aralık ayının yirmi dördü. Karagöz ile Hacivat'ı meydanın ortasında gören insanlar, onların başına toplanırlar. Bir çocuk sevinçle koşarak yanlarına gelir ve geride kalan annesine bağırır: " Anne, koş bak, Karagöz'le Hacivat. "
    Adamlar, kadınlar, çocuklar, Karagöz ile Hacivat'ın etrafını sarar. Duyan gelir, gören gelir. Ortalık kalabalıklaşır. Karagöz nasılsın? Hacivat nasılsın? diye hal-hatır soranlar çoğunluktadır. Sizleri çok seviyoruz, diyenler vardır. Karagöz atıp tutturmuş olmanın gönül rahatlığı içinde Hacivat'tan yana döner: " Hani Hacivat, kimse bizi tanımazdı? Ne oldu, gıkın çıkmıyor? Çamura oturdun mu şimdi? "
    " Ne desem bilmem ki, Karagözüm. Şaşırdım kaldım. İnsanlar bunca sene sonra bile beni tanıdılar ya, eee ben de az değilim hani, tanımasalardı şaşardım. "
    " Vay Hacivat, fırıldak olmuş dönüyorsun! Yaptığın laf kalabalığı. İnsanlar seni tanıdılar ama ben varım diye seni tanıdılar. Ben olmasam, seni kim bilecek? Önce benim adım anılıyor. Ben başroldeyim, sen fagüransın. "
    " Hah hah ha. Ona fagüran değil, figüran derler. "
    " Ha fagüran, ha fegüran, ne fark eder? Doğrusunu kim bilebilir ki? "

    Serdar Yıldırım da, ilk andan itibaren Karagöz ile Hacivat'ın yanındaydı. Onların konuşmalarına kulak müşterisi olmuştu. Karagöz'ün konuşmasından imla, kelime, söyleyiş hatalarını cımbızla çekip alarak, diliyle şekillendirip, doğrusunu söyleyen Hacivat, Serdar'ın bilerek yaptığı hatayı cımbızladı: " Oğlum, yazıyorsun bari doğrusunu yaz. Ona kulak müşterisi değil, kulak misafiri denir. "
    Aynı anda kadının biri, yanındaki kadına şöyle demektedir: " Üniversiteli gençler galiba. Çok güzel rol yapıyorlar. Tıpkısının aynısı Karagöz ile Hacivat bunlar. "
    " Doğru kardeş, belli tiyatro eğitimi almışlar. Böyle gerçekmiş gibi rol yapan tiyatrocu az bulunur. Broadway yıldızları, bunlara bir bardak su veremez. "
    Üniversiteli gençler galiba, diyen kadının on yaşındaki oğlu annesinin dediklerine katılmıyordu. Annesi, çok güzel rol yapıyorlar, demişti. Bakın bu doğru olabilirdi. Dünya bir sahnedir dersek, onlar başroldeki aktörlerden ikisiydi. Dünya sahnesine çeşitli devirlerde, çeşitli oyuncular önderlik etmişti. Önderler, liderlik pozisyonlarını hiçbir zaman kaybetmezler ve yüzyıllar sonra bile, bu özelliklerini sürdürürlerdi. Önemli olan, iyilikleriyle, artı değerleriyle hatırlanmaktı. İşte Karagöz ile Hacivat: Bu ikiliye kötüdür, fenadır demek kimsenin aklına gelmezdi. Her tip insan için, biçilmiş kaftandılar. Korkunç zordur, herkes tarafından beğenilmek, takdir edilmek.
    Annesi son olarak, tıpkısının aynısı, Karagöz ile Hacivat sanki bunlar, demişti. Sankiyi aradan çıkartırsak, geriye ne kalır? Gerçekten bunlar Karagöz ile Hacivat olabilir miydi? Çocuk, annesinin elinden kurtulup, Karagöz'ün ağzıyla boğazı arasındaki yeri yani sakalını tutup çekiştirdi. Sakal sağlamdı, tutanın elinde kalmıyordu.
    Çocuk: " Anne, Karagöz'ün sakalı takma değil, " dedi ve diğer eliyle Hacivat'ın sakalını çekiştirdi. " Bak anne, Hacivat'ın sakalı da takma değil. Bunlar gerçekten Karagöz ile Hacivat, " dediyse de annesinin çatılmış kaşlarıyla karşılaşınca sustu.

    Serdar daha sonra Karagöz ile Hacivat'ı kalabalıktan kurtararak Muradiye semtine götürdü. Oradan Çekirge semtine inecekler ve ikiliye türbelerini ziyaret ettirecekti. Yolda Serdar, şu internet kafeye girelim de resimlerinizi görelim ve hayat hikayenizi okuyalım, dedi.
    Bunun üzerine Karagöz: " İnternet kafe mi? Ne interneti, ne kafesi? Güvercin kafesi filan gibi mi? "
    Serdar: " Hayır, güvercin değil, tavşan kafesi. Suya yazı yazarsın kalmaz ya internette havaya yazıyorsun kalıyor. Cep telefonunla resim çek, koy siteye, foruma, aylar sonra bile silinmez, bozulmaz. "
    Hacivat: " Cep telefonu mu? O da ne ki? "
    Serdar cebinden telefonunu çıkararak: " İşte bu. Sende de bundan bir tane olsun, ben burada sen Uludağ'da rahatça konuşup anlaşırız. "
    " Hiç o kadar uzaktaki iki insan birbiriyle konuşabilir miymiş " diyen Karagöz, Serdar'ın üstüne yürüdü. Serdar kaçtı, Karagöz kovaladı. Az sonra yorulan Karagöz, Serdar'ın peşini bırakıp bir kenara oturdu ve Hacivat'ın gelmesini beklemeye başladı.
    Karagöz çabuk sinirlenmişti ama siniri hemen geçti. Karagöz ile Hacivat kafede resimlerini görünce gururlandılar, hayat hikayeleri okununca duygulandılar. Hayat hikayelerinin son bölümünü okumadan geçen Serdar müthiş ikiliyi hala hayatta olduklarına inandırdı ve türbe ziyaretini kara listeye aldı. Onlara tarihsel ve teknolojik bilgi verdi.

    Serdar daha sonra Karagöz ile Hacivat'ı kapalı çarşıya götürdü ama onları oradaki izdihamda kaybetti. Ertesi gün Pınarbaşı'na giden Serdar zaman makinesini göremedi. Araç ortada yoktu. Karagöz ile Hacivat zaman makinesine binip gitmişler miydi? Yoksa belediye bu nedir deyip aracı çöpe mi atmıştı? Belediye aracı çöpe atmış olsa bile Karagöz ile Hacivat'ı da çöpe atacak hali yoktu. Serdar, Bursa sokaklarında çok aramasına karşın, onların izini bulamadı. Üzüntüsü doruğa çıkmıştı ki, bu hikayeyi yazıp rahatladı. Bu hikayenin Karagöz ile Hacivat'ın hatırlanması, akıllara düşmesi açısından yararlı olacağını düşündü.

    SON
    Konu Serdar Yıldırım tarafından (26 Ekim 2022 Saat 18:09 ) değiştirilmiştir.

  14. #8
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İŞKEMBE ÇORBASI
    Hacivat evden çıkar, bir koşu gidip Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
    Hacivat: " Karagözüm, koş, hanım işkembe çorbası pişirdi. "
    Karagöz: " Hanım işkence çorbası mı pişirdi? "
    Hacivat: " İşkencenin çorbası mı olurmuş? İşkembe çorbası: Bol sirkeli, sarımsaklı. "
    Karagöz: " Beni evine götürüp işkence mi yapacaksın? "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, ne işkencesi? Seni çorba içmeye çağırdım. "
    Karagöz: " Demek bana işkence yapmaya kararlısın? Seni kolculara söyleyeyim de falakaya yatırsınlar. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, etme eyleme. Beni kolculara teslim etme. "
    Karagöz: " Sakın buradan ayrılma. Tabanlarına on sopa ye de aklın başına gelsin. "
    Karagöz gidince Hacivat evine döner ve samanlığa saklanır. Karagöz ile kolcular, biraz aradıktan sonra, Hacivat'ı samanlıkta bulur. 1. kolcu Karagöz'e sorar: " Bu sana ne yaptı? "
    Karagöz: " Beni evine çağırdı. İşkence yapacakmış. Sonra da pişirip çorbamı içecekmiş. On sopa vurun da akıllansın. "
    2. kolcu: " Yüz sopa vuralım "
    1. kolcu: " O kadarı fazla. Elli sopa yeter. "
    Çaresiz kalan Hacivat, Karagöz'ün boynuna sarılır: "Aman Karagözüm, sen büyüksün. Suçum azdır. On sopa yeter. "
    Karagöz'ün demesiyle kolcular on sopa vurup gider. Karagöz Hacivat'ı ayağa kaldırır, sırtına biner, çevrede dolaştırır. Böyle yapmasının sebebi, Hacivat'ın tabanlarının şişmesini önlemektir. Yoksa Hacivat yürüyemez hale gelirdi.
    Karagöz'den ayrıldıktan sonra Hacivat ağır aksak evine doğru giderken, düşüncelere dalar: " Söylediklerimi yanlış anlayan Karagöz'e mi kızsam, beni dinlemek zahmetine katlanmayan kolculara mı kızsam bilemedim. Belki her üçüne kızmak daha doğru. Bu dünyada niye böyle haksızlıklar, adaletsizlikler olur, onu da çözemedim. Gel de isyan etme. "

    -----------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ'ÜN KARGASI
    Karagöz: " Hacivat, bak karga aldım. "
    Hacivat: " Ne? Karga mı? Ne kargası? "
    Karagöz: " Karga kargası. Nasıl şaşırdın ama? "
    Hacivat: " Çok şaşırdım! Aman Karagözüm, nereden aldın bunu? "
    Karagöz: " Pazardan. "
    Hacivat: " Pazardan mı? Kaça aldın? "
    Karagöz: " Dört akçeye. "
    Hacivat: " Nee? Dört akçe mi? "
    Karagöz: " Evet, dört akçe. "
    Hacivat: " Sen ne yaptın Karagözüm? Hiç bu karga dört akçe eder mi? "
    Karagöz: " Etmez mi? Ya kaç akçe eder? "
    Hacivat: " Bırak dördü, üçü, ikiyi, bir akçe etmez. "
    Karga söze karışır: " Bir akçe etmez miyim? Karagöz kim bu ya? "
    Karagöz: " Hacivat, çok iyi arkadaşımdır. "
    Karga, Karagöz'ün kolundadır. Hacivat'tan yana döner. Sesi tok, duruşu ciddidir. Sert bakar. Hacivat bir adım geriler.
    Karga: " Senin adın Hacivat mı? "
    Hacivat: " Evet Hacivat. "
    Karga: " Nerelisin? "
    Hacivat: " Buralı."
    Karga: " Burası neresi? "
    Hacivat: " Şey, yani Bursa. "
    Karga: " Bursa'nın adı ne zamandan beri şey yani Bursa oldu? "
    Hacivat söyleyecek söz bulamaz. Renkten renge girer. Başını hafifçe öne eğer. Gözlerini kısar. Karagöz'den yana döner. Bakışları, imdat, beni bu kargadan kurtar, Karagöz, der gibidir. Karagöz durumu hemen kavrar. Hacivat'ın süngüsü düşmüştür. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirir: " Hacivat korktu. Karga, parçala onu. " diye bağırır.
    Karga: " Sen sus Karagöz, " der. Karagöz susar. Gözlerini kapatır. Bir imparatorluğun çöküşünü dinlemek için, kulaklarını on altı açar.
    Karga, Hacivat'a döner: " Seni kanatsız, tüysüz yaratık seni. Kendini ne sanıyorsun? Beni dört akçeye Karagöz aldı. Sen kendini pazarda sat bakalım. Bırak akçeyi kuruş veren olmaz. Yolarım sakallarını sonra sokağa çıkamazsın. "
    Bunun üzerine Hacivat bir kaçış kaçar ki sormayın.
    Aradan günler geçer. Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat sorar: " Vay Karagöz, karga yok mu? "
    Karagöz: " Yok. Sattım kargayı kurtuldum. Ne belaymış be. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, bela dedin. Sana ne yaptı bu karga? "
    Karagöz: " Ne yapmadı kİ? Geçen gece sabaha kadar uyutmadı. Hayatını anlattı. 200 yaşındaymış. Dünyanın pek çok yerini gezmiş, dolaşmış. Saraylarda yaşamış. Krallarla, prenslerle dost olmuş. Gençliğinde göklerin hakimiymiş. Kartallar, bundan korkarmış. Daha neler, neler.. Sabah olunca yarı uykuluyum ya, sus da biraz uyuyayım, dedim. Sen misin bunu bana diyen. Bana bir daldı. Yere yıktı. Kanatlarıyla vurdu, gagaladı. Ama elinden kurtuldum. Pencereden atlayıp kaçtım. Sokaklarda uzun süre dolaştım. Ağaçlık bir alan gördüm. Oraya girip saklandım. Kendimce hafiften söyleniyordum. Karagöz, ne vızırdayıp duruyorsun, diyen bir ses duydum. Kafamı kaldırıp baktım. Ağacın dalında karga? Ağzım açık bakakaldım. Karga, beni pazara götür, on akçeye sat, dedi. Onu pazarda on akçeye sattım. Bu işten epey karlı çıktım. "
    Hacivat: " Desene bu kargadan ben ucuz kurtulmuşum.. Kargayı kim aldı? "
    Karagöz: " Kilimci Ahmet. Beni yerlerde sürükleyen karga kilimciyi ne yapar? "
    Hacivat: " Halı gibi dokur. Dörde böler, on ikiyle çarpar. "
    Karagöz: " Hal ve gidiş böyle. Bana güle güle " der. Böylelikle iki arkadaş evlerine gitmek üzere birbirinden ayrılırlar.

    ---------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KABAK PİŞTİ, TABAĞA DÜŞTÜ
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: " Aman Karagözüm, ben de seni arıyordum. "
    Karagöz: " Buldun işte ne olacak? "
    Hacivat: " Hanım evde kabak pişirdi, bir tabak kap da gel. "
    Karagöz: " Senin hanım tabak mı pişirdi? "
    Hacivat: " Tabak değil, kabak pişirdi. "
    Karagöz: " Tamam gelirim. "
    Hacivat geri dönüp giderken, Karagöz arkasından söylenir: " Hanımı evde tabak pişirmiş. Ben evden kabak getirecekmişim. Pişmiş tabağı kabağın içine koyacakmışım. Şu Hacivat hekime bir uğrasa iyi olacak. "

    --------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: DOST ACI SÖYLER
    Karagöz: " Hacivat, biz eski dostuz, değil mi? "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, tabi ki eski dostuz. "
    Karagöz: " Mesela ne kadar eski? "
    Hacivat: " Çok eski. Yılları üst üste toplamak zaman alır. "
    Karagöz: " Dost acı söylermiş, doğru mu? "
    Hacivat: " Doğrudur. Yanlışta olan dostuna acı söylersin. Onu uyarırsın. "
    Karagöz: " Gel o zaman şu kebapçıya girelim. Bana acı söyle. "
    Hacivat: " Karagözüm, neden acı söyleyeyim? Yanlışa düşmedin ki. Acı konuşamam. "
    Karagöz: " Bre Hacivat, acılı Adana söyle. "
    Hacivat: " Ha şu mesele. Olur söylerim. Benim dostumsan sen de bana bir acılı söylersin. "
    Karagöz: " Söyledim gitti ama hesabı ödemen şartıyla. "
    Hacivat: " Olur Karagözüm, hesabı ben öderim. "

    ----------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HERKÜL
    Hacivat kurbanlık koyun seçmektedir:
    " Karagözüm gel, şu koyunu kucakla. Bakalım elli okka çeker mi? "
    Karagöz koyunu kaldıramaz. Etrafına toplananların bakışlarından etkilenir ve başını öne eğer.
    Hacivat böyle bir fırsatı kaçırmaz: " Yazık sana Karagözüm, bir koyunu kaldıramadın. Oysa bu alanda bir tosunu kaldırdığına ben şahidim. "
    Karagöz başını kaldırır, derin bir iç geçirir: " Doğru o zaman yirmi beş yaşındaydım. Herkes bana herkül demişti. "
    Hacivat: " Şimdi yaşın elli oldu. Herkülün heri gitmiş, külü kalmış. Bir yirmi beş yıl sonra külün de kalmaz. "
    Seyredenlerden gülenler olunca Karagöz Hacivat'ın alay ettiğini anlar. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Yakasından yakalar. Hacivat gömleğini çıkarıp, Karagöz'ün elinden kurtulur ve kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı kovalar ancak yakalayamaz.

    ------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: DEVE ÇORBASI
    Hacivat: " Karagözüm, yanında torba var mı? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Torba, torba. Şuradan biraz ot yolalım. "
    Karagöz: " Sabah içtiğim mercimek çorbası. "
    Hacivat: " Çorba değil, torba dedim. "
    Karagöz: " İşkembe çorbası, yayla çorbası. "
    Hacivat: " ? "
    Karagöz: " Tavuk çorbası, deve çorbası. "
    Hacivat: " Ötekiler neyse de deve çorbası ne alaka? "
    Karagöz: " Deveyi yatırırsın falakaya. "
    Hacivat: " Hani deve nerede? "
    İşte diyen Karagöz hamle yapınca Hacivat kaçar. Arkasından koşan Karagöz, dur kaçma, elli sopa hediyem olsun, diye bağırır.

    -------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİR KÜP ALTIN
    Karagöz kuyu açmak için, bahçeyi kazarken bir küp altın bulur. Çok sevinir. Bir saat sonra Bursa'da Karagöz'ün altın bulduğunu duymayan kalmaz. Halk, kapının önünde uzun kuyruklar oluşturur. Karagöz sıradan gelene on altın verir. Altınlar giderek azalmaya başlar. Hacivat Karagöz'ün altın bulduğunu ama bu altınları dağıttığını duyunca soluğu Karagöz'ün yanında alır.
    Hacivat: " Aman Karagözüm, altın bulmuşsun, iyi, güzel de bulduğun altınları neden dağıtıyorsun? "
    Karagöz: " Altınların yarısı bana yeter. Diğer yarısı fakir fukaranın. Onlar da sevinsin. "
    Hacivat: " Karagözüm, sen ne kadar altın buldun? "
    Karagöz: " Bir küp altın. Küp benim boyumdan daha uzun. "
    Hacivat: " Fakir fukaranın diyorsun da kalabalık arasında servet sahibi çok zengin gördüm. Bunların içinde sabahtan beri üç dört defa kuyruğa girenler varmış. Elbise değiştirip tekrar kuyruğa girerlermiş. "
    Karagöz: " Vay köftehorlar? Boşuna değil şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirip bakışlarını kaçıranlar vardı. "
    Hacivat: " Bu zenginler daha zengin olursa halkı çok fazla ezer. Zenginleri şımartma. Dağıtımı kes. Kalan altınları sayalım. Kendine yetecek kadarını ayır gerisini yarın ben senin yanında gerçek ihtiyaç sahiplerine veririm. "
    Karagöz: " Tamam Hacivat, dediğin olsun. "
    Karagöz halktan yana dönerek, bugünlük dağıtım bitti. Yarın altınları Hacivat dağıtacak deyince homurtular artar, kalabalık dağılır.
    Hacivat Karagöz ile birlikte bahçeye çıkar. Karagöz küpte kalan iki avuç altını Hacivat'a verir ve başka altın kalmadığını söyler. Hacivat düşer, bayılır. Daha sonra ayılan Hacivat, bu altınları da dağıtır korkusuyla Karagöz'ün verdiği altınlarla birlikte evinin yolunu tutar.
    Ertesi sabah küpteki altınların sıfırlandığını duyanlar, Karagöz'ün evinin önünden uzaklaşır. Karagöz bakkala peynir, ekmek almak için gider ama borç bini aştı, dün neden ödemedin borcunu diyen bakkal veresiyeyi kestiğini söyler. Karagöz başı önde evine döner.
    Daha ertesi sabah Hacivat eve gelir. Karagöz üzgündür. Keşke altınları dağıtmasaydım, seni çağırsaydım. Böyle aç- susuz kalmazdım, der.
    Hacivat: " Yani artık akıllandın. "
    Karagöz: " Akıllandım ama gitti altınlar, tükendi. "
    Hacivat, Karagöz'ün verdiği altınları çıkarır. Altınlar tükenmedi Karagözüm, bunlar bana verdiğin altınlar. Al, hepsi senin der ve altınları verir. Karagöz altınları alır ve gözlerinden iki damla yaş akar. Hacivat'a sıkıca sarılır. İşte gerçek dost böyle olur, der.
    Hacivat: " Bir küp altın daha bulsan yine dağıtır mısın? " diye sorar.
    Bunun üzerine Karagöz: " Bir daha yanlışa düşmem. Kimseye haber vermem. Altınları bozdurur harcarım. " der.

    -----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÜZÜM ÜZÜME BAKAR
    Karagöz: " Sana bir atasözü söyleyeyim, Hacivat. "
    Hacivat: " Söyle bakalım Karagözüm. "
    Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka conki. "
    Hacivat: " Bu ne biçim atasözü? "
    Karagöz: " Yanlış mı söyledim. "
    Hacivat: " Tabi yanlış söyledin. "
    Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka Karagöz. "
    Hacivat: " Yine yanlış. "
    Karagöz: " Neresi yanlış. "
    Hacivat: " Sonu yanlış. Atasözünde adının işi ne? "
    Karagöz: " Karalı bir şey vardı sonunda. "
    Hacivat: " Doğru. Üzüm üzüme baka baka kara.. "
    Karagöz: " Buldum. Kara kara. "
    Hacivat: " Hayır. "
    Karagöz: " Karabiber. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Belki şöyle olur. Ben kendi aklıma göre söylesem. "
    Hacivat: " Söyle bakalım. "
    Karagöz: " Hacivat Karagöz'e baka baka Karagöz. "
    Hacivat: " Hayda? Bu ne demek? "
    Karagöz: " Yani sen bana baka baka Karagöz oldun. "
    Hacivat: " Ben Karagöz olduysam sen de bana bakarak Hacivat oldun. "
    Karagöz: " O zaman gel yer değiştirelim. Ben oraya sen buraya. "
    Hacivat: " Şimdi ne oldu? "
    Karagöz: " Ben Hacivat oldum, sen Karagöz. "
    Hacivat: " Öyle olsun. Senin sohbetine doyulmaz. Bir yere uğramam gerek. Sonra görüşürüz. "
    Kendini Hacivat zanneden Karagöz Hacivat'ın evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan Hacivat'ın hanımına ben Hacivat oldum der ve içeri girmeye kalkar. Hacivat'ın hanımı, seni kendini bilmez, diye bağırır ve mutfaktan kaptığı oklavayla Karagöz'ün kafasına vurur. Aklı başına gelen Karagöz kaçıp gider.
    Akşamüstü eve gelen Hacivat'a hanımı olanları anlatır. Hacivat ise, bugün Karagöz'le konuştuklarını nakleder. Karagöz'ün ikisi arasındaki konuşmaların etkisinde kaldığını söyler. Böylelikle Karagöz evleri şaşırıp bizim eve gelmiş, der.
    Hacivat'ın Hanımı: " Şu senin gözü kara başka birinin daha evine girmeye kalkmasın? "
    Hacivat: " Yok daha neler? Dersini almış. Karagöz aynı yanlışa iki kere düşmez. "

    -----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İNEGÖL'E ON İŞÇİ
    Hacivat: " Haydi, son bir kişi araba kalkıyor. Vay Karagözüm, hoş geldin. Araba kalkıyor. "
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " At arabası kalkıyor. İşçi gideceksin. İnegöl'e patates toplamaya. "
    Karagöz: " Dişim ağrımıyor ki, İnegöl'e dişçiye niye gideyim? "
    Hacivat: " Dişçiye değil, işçi gideceksin. "
    Karagöz: " Piştide çok iyiyimdir. Geçen gün nasıl seni kahvede yenmiştim. Herkesin içinde ağlamıştın. "
    Hacivat: " Ah Karagözüm, benim ağlamam yenildim diye değil. "
    Karagöz: " O zaman neden ağladın? "
    Hacivat: " Benim aldığım sayıları kendine yazmışsın. Senin zavallı haline acıdım da ağladım. "
    Karagöz: " Doğru, yenilince zavallı durumuna düşmüştün. Bak ısrar etme yine ağlatırım seni. "
    Bir işçi gelir, araba dolar ve gider. İkinci bir at arabası gelir, kenara yanaşır.
    Hacivat: " Haydi, İnegöl'e on işçi. Günübirlik iş. Gündelik iki akçe. "
    Karagöz: " Az önce kalkan araba nereye gitti, Hacivat? "
    Hacivat: " İnegöl'e gitti. Patatese. Gündelik iki akçe. Çalışan kazanır. "
    Karagöz: " Yazıklar olsun sana Hacivat. Bana neden söylemedin? O paraya ihtiyacım vardı. "
    Hacivat: " Aha? Söyledim ya. Son bir kişi dedim. İnegöl'e patates toplamaya dedim. İşçi gideceksin dedim. "
    Karagöz: " Öyle söylemedin. Dişçiyle, piştiyle kandırdın beni. "
    Hacivat: " Dur Karagözüm, bu arabaya bin. Aynı yer, aynı iş. Atları biraz kırbaçlarsınız, onlardan önce varırsınız. "
    " Demek beni adamlara kırbaçlatacaksın? Bir daha seninle konuşursam iki olsun, " diye yürüyüp giden Karagöz'ün arkasından Hacivat bakakalır.

    ----------------------------------------------------------------------------
    EN AKILLI KARAGÖZ
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: " Karagözüm, bal almak ister misin? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Şu köşede bal satıyorlar. Kilosu dört akçe. Al istersen. "
    Karagöz: " Zaten eskiden beri benim hayalim. "
    Hacivat: " Hayalin mi? Ne hayali? "
    Karagöz: " Sal satıyorlar dedin ya. Bir sal alıp dünya turuna çıkmak. "
    Hacivat: " Sal değil, bal satıyorlar. Hey koca kafalı, sağır kulaklı. "
    Karagöz: " Doldururdum çoluk çocuğu sala, kürek çeker, okyanusa ulaşırdım. "
    Hacivat: " Okyanusu bırak, herkes bal alıyor. "
    Karagöz: " Herkes fal bakar ama kimse benim gibi fal bakamaz. "
    Hacivat: " ... "
    Karagöz: " Geçen gün kahve falıma baktım. İyi yerdeydim. "
    Hacivat: " Nasıl yani? "
    Karagöz: " Çıkmışım kavağın ucuna, yukarıdan akıl dağıtıyorlar. Ben yüksekteyim ya en çok aklı ben aldım. "
    Hacivat: " Sorması ayıp olmasın, ne yaptın o akılları? "
    Karagöz: " Kaybolmasın diye beynime doldurdum. "
    Hacivat: " Senin beynin akıl dolu da, sen çok akıllısın da ben mi fark edemedim? "
    Karagöz: " Boşuna akıllıyım deme Hacivat, akıl dağıtılırken sen orada yoktun. "

    ------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANDA
    Hacivat: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da bil. "
    Karagöz: " Sor bakalım ama kolay olsun. "
    Hacivat: " Canı kaymak isteyen, neyi yanında taşır? "
    Karagöz: " Parayı yanında taşır. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Parasız kaymak nasıl alacak? "
    Hacivat: " Bilmeceyi sulandırma. Olmaz dedim. "
    Karagöz: " Süthaneyi yanında taşır. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Mandırayı yanında taşır. "
    Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. Bu şey bir hayvan. "
    Karagöz: " Hayvan mı? "
    Hacivat: " Evet, büyükbaş bir hayvan. "
    Karagöz: " Buldum. Fil. "
    Hacivat: " Fil değil. "
    Karagöz: " Filin de sütü var. Sütünden kaymak olmaz mı? "
    Hacivat: " Karıştırma şimdi fili. Bu bir ahır hayvanı. Çamura yatmayı çok sever. "
    Karagöz: " Çamur hayvanı. "
    Hacivat: " ... "
    Karagöz: " Hayvan çamuru. "
    Hacivat: " ... "
    Karagöz: " Tamam buldum. Öküz. "
    Hacivat: " Öküzün sütü nerede? "
    Karagöz: " O zaman inek. "
    Hacivat: " İnek benzeri, manda gibi. "
    Karagöz: " Şimdi aklıma geldi: Manda. "
    Hacivat: " Doğru Karagözüm, bildin. "
    Karagöz: " Bilirim tabi. Benim adım Karagöz. Her sorunun cevabını şıp diye bilirim. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

  15. #9
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Uludağ Tarzanı Ahmet

    ULUDAĞ TARZANI AHMET
    Bursa Hayvanat Bahçesi'nde çalışmakta olan Kemal dürbünüyle Uludağ'ı gözlemliyordu. Kemal birden irkildi. Gördüğüne inanamadı. Ağaçlar arasında bir boşluk vardı ve orada ağaç yoktu. Halbuki geçen gün orası ağaç doluydu. Dürbününü sağa doğru kaydırdı. Birtakım adamlar, ellerinde baltaları ağaç kesiyordu. Yutkundu. Sağ yumruğunu salladı: " Benim adım Kemal, ben size orada ağaç kestirmem, " diye söylendi. Yan taraftaki tel örgülerin arkasında duran arkadaşı Hayri'ye seslendi: " Hayri, Uludağ'da ağaçları kesiyorlar. Fırla koş, Uludağ Tarzanı Ahmet'e git. Tarzan, bu kesimi engeller. "
    Hayri: " Bunlar bir fidan dikmişler mi, ağaçları kesiyorlar? İnsan olmanın erdemine ulaşamamışlar sanırım. Geri zekalılar, " dedi ve tel örgülerin üstünden atladı. Hedefi Uludağ'dı ve Tarzan'ı bulmalıydı. Tarzan bu işin üstesinden gelirdi.
    Hayri, Tarzan'ı buldu. Olanları öğrenen Tarzan çok kızdı ve şunları söyledi: " Dededen, babadan kalan ağaçları, sen de çocuğuna, torununa ulaştır. Ağaçlar kesilirse, soluduğumuz hava kirli olur ve çeşitli hastalıklara yakalanırız. Ağaçları kesmeyip korumak lazım. Boş arazilere fidan dikmemiz gerekir. "

    Tarzan şimşek hızıyla harekete geçti ve ağaç katliamına dur dedi. Toprağa bağımlı yaşayan, kaçamayan, kendini kollayamayan, var olmaktaki amaçları canlılara yaşam sunmak olan ağaçlar sevindiler. Nihayet onlara arka çıkan biri olmuştu. Tarzan'ın gelmesiyle ağaç kesmeyi bırakıp baltalarını yere atan adamlardan biri şöyle dedi: " Tarzan, bu bizim ekmek kapımız. Ne kadar çok ağaç kesersek, o kadar çok para kazanıyoruz. "
    Bir başkası ise, şöyle dedi: " Ya bırak Tarzan, kırp gözünü görmezden gel. Görmezsen bizi, görürüz seni. Şu yüz lirayı al, bozdur bozdur harca. "
    Tarzan: " Arkadaşlar, öncelikle bu sizin ekmek kapınız değil. Gücünüz, kuvvetiniz yerinde. Gidin başka iş bulun. Şu yaptığınız iş sayılmaz, kazandığınızın bereketi olmaz. Yer yer doymazsınız, hiç bir zaman mutlu olmazsınız. Bir ağaç kesen bir baş keser, o ağacı kesen el taş kesilir. "

    Uludağ Tarzanı Ahmet'in gür sesi ve kararlı konuşması başları öne eğdirdi. Zaten ağaç kesen adamlar inanmadıkları şeyler söylüyorlardı. Tam gidiyorlardı ki, onları buraya getiren, bir ağacın gölgesine sığınıp orada yatmakta olan ve duyduğu konuşmalar üzerine kalkıp gelen Hasan Ağa: " Selam Tarzan, ben Hasan Ağa'yım. İsteyerek konuşmalarınızı duydum. Biraz üzüldüm, biraz sevindim. Üzüldüm, keşke gelmeseydin ve kesebildiğimiz kadar ağaç kesip gitseydik. Sevindim, senin gelmen iyi oldu. Nice zamandır Bursa'dan bu ormanlara bakar ve iç geçirirdim. Şu ağaçları kessem de küpümü doldursam, diye düşünürdüm. Uludağ Tarzanı Ahmet derlerdi, o ağaçları, ormanları korur. Senin korkundan buraya çıkamamıştım. Bugün bir cesaret bulup geldim ve epey ağaç kestirdim. Demin yüz dedilerdi, az dediler. Sen karanlığa kadar izin ver, al şu bin lirayı harca, ye, iç. Bana bir ay izin versen Uludağ'da kesilmedik ağaç bırakmam. "

    Bunun üzerine Tarzan: " Bana bak Hasan Ağa, ayaklarının dibine bıraktığın ve benim eğilip almamı beklediğin o parayı al cebine sok. Değil Uludağ, burada bulunan bir ağaç için, milyon versen fikrimi değiştirmem. Senin bundan sonra ağaç kesmene izin vermem. Parayla satın alınan insanlar vardır ama dünyadaki bütün paraları toplayıp gelsen, ben satılık değilim. "

    Tarzan'ın sözleri karşısında Hasan Ağa insanlığından utandı. Başını önüne eğdi ve iki damla gözyaşı göz pınarlarından süzüldü. Param çok olsa dünyayı satın alırım derken, işte gelmiş Tarzan'a toslamıştı. İşçilerine gündeliklerini ödeyip evlerine yolladı. Derin bir çukur kazıp baltaları gömdü. Kestirdiği ağaçlardan özür diledi. Tarzan'dan izin alıp, ağaçları korumak için, Uludağ'ın batı tarafına yöneldi. Yaşam zincirini kırmış, kimliğini değiştirmişti. Artık Hasan Ağa yoktu, Tarzan Hasan vardı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  16. #10
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Ressam Van Gogh İle Serdar Yıldırım

    RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM
    Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.

    Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. "
    Van Gogh: " Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh'un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. "
    Ben: " Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh'um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. "
    Van Gogh: " Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. "
    Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi.
    " Neden ama ? " dedi, Van Gogh. " Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? "
    Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi.

    Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: " Hayır, " dedi. " Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Gogh'un eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? "

    Serdar'ın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: " Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. "
    Serdar: " Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. "
    Van Gogh: " O zaman gel beraber intihar edelim. "
    Serdar: " Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. "
    Serdar anlattıkça Van Gogh'un yüzü bembeyaz kesildi. O'nun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü.

    Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogh'a iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1853-1890 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum.

    SON

  17. #11
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    O Cesur Yürekte Yüzlerce Aslan Yatar

    O CESUR YÜREKTE YÜZLERCE ASLAN YATAR
    Anadolu dört bir yandan kuşatılmıştı
    Ordular dağıtılmıştı, silahlar toplanmıştı
    Halk, çaresizdi, mal, can emniyeti yoktu
    Her yer karanlıktı, göz gözü görmüyordu
    Anadolu düşman çizmesi altında eziliyordu.
    * * * *
    Ruslar, 1914 yılında Anadolu'ya girdi ve Erzurum'u kuşattı
    Enver Paşa başarılı olamadı
    Ruslar, Erzurum, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı ele geçirdi
    200 bin kişilik Rus Ordusu yenilmezdi
    Mustafa Kemal dediler, az bir kuvvetle Rusları durdurdu, dediler
    Mustafa Kemal adı kısa zamanda Anadolu'ya yayıldı
    Dillerde, gönüllerde Mustafa Kemal vardı
    O, karanlıkta bir ışıktı ve Anadolu ışığa koştu
    Dünya durdukça sönmeyecek bir ışığa, Mustafa Kemal'e koştu
    * * * *
    Anadolu'da Türk olmayan, başka milletlerden insanlar vardı:
    Ne Mustafa Kemal'i, kim bu Mustafa Kemal dediler
    Türk Halkı dedi: Sıra dışı bir komutan, mert, yiğit
    O cesur yürekte yüzlerce aslan yatar.
    * * * *
    Türk olmayanlar, Mustafa Kemal'i sevmeyenler, dedi.
    Bizim komutan Trikopis, İzmir'e geliyor
    Tilkiden kurnaz, kaplandan kavgacıdır.
    Mustafa Kemal'i Anadolu'dan söker, atar.
    * * * *
    Türk Halkı dedi: Yunan komutan Trikopis gelsin ve ne olacağını görsün
    Türk, teslim olmaz, köle olmaz, boyun eğmez, bunu bilsin
    Türk'e boyun eğdirmek isterken,
    Kendisi boyun eğmesin.
    * * * *
    Dünya tarihi boyunca pek çok millet
    Türk Milleti'ne boyun eğdirmek istemiştir
    Böyle bir şey mümkün olmayınca
    Dilini dibine çekip sessiz kalmıştır
    Baskı altındaki milletler, Mustafa Kemal Atatürk'ü
    Örnek alarak bağımsızlıklarını kazanmıştır.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    --------------------------------------------------------------------

    KAHRAMAN MUSTAFA KEMAL
    Karşıdan bir atlı geliyor
    Bana selam veriyor
    Nereye gidiyorsunuz, diyorum
    Çanakkale'ye diyor.
    * * * *
    Yolunuz açık olsun
    Şansınız bol olsun
    Bileğiniz bükülmesin
    Sırtınız yere gelmesin.
    * * * *
    " Yolum açıktır, çocuk
    Şansımı kendim yaratırım
    Bileğimi bükecek çıkmadı
    Sırtımı yere getirecek doğmadı. "
    * * * *
    Kahraman bir savaşçısınız
    Göğsünüz madalya dolu
    Bu genç yaşta bu kadar madalya
    Dünya tarihinde görülmemiştir.
    * * * *
    " Yurduma saldıran düşmanlara karşı koydum
    Onlarla savaştım ve galip geldim
    Sence bu kadarı yeterli değil mi?
    Biz savaş oyununa daha yeni başladık. "
    * * * *
    Belli ki Çanakkale yeterli gelmeyecek
    Anladım Anadolu düşmanla dolacak
    Türk'ün özgürlük savaşı başlayacak
    Türk Bayrağı'nı göndere Mustafa Kemal dikecek.
    * * * *
    " Dur bakalım, aslanım, soluklan biraz
    Derin bir nefes al, kendine gel
    Az önce Türk Bayrağı dedin, Mustafa Kemal dedin
    Ben adımı söylemedim, beni nasıl tanıdın? "
    * * * *
    Ey gelmiş geçmiş en büyük kahraman
    Savaş meydanlarının yenilmez armadası
    Ben gelecekten geliyorum, seni nasıl tanımam
    8-8-2021 tarihinden sana nasıl ulaşamam?
    * * * *
    Ben her gün haykırıyorum Cumhuriyet diyorum
    Sizin kurduğunuz Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz diyorum
    Bunun için beynimi paramparça ediyorum
    Tarihin dipsiz karanlığında bir ışık arıyorum.
    * * * *
    Nice savaşlardan sonra, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracaksınız
    Tarihe isminizi altın harflerle yazdıracaksınız
    Baskı altındaki milletlere örnek olacaksınız
    Mustafa Kemal başardı, biz de başarırız dedirteceksiniz.
    * * * *
    " Demek ki daha yolun başındayım
    Vatanımı savunarak dünyaya örnek olmalıyım
    Yenilmemeliyim, yenmeyi öğrenmeliyim
    Dünya durdukça ezilen halklara örnek olmalıyım.
    * * * *
    Benim adım Mustafa Kemal
    Cumhuriyet düşmanlarının yenilmez savaşçısıyım
    İçinde demokrasinin bol olduğu
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmaya kararlıyım.
    * * * *
    Her dört yılda bir seçim olmalı
    Halk, beğenmediği yöneticiyi değiştirebilmeli
    İktidarda olan yönetici oyları değiştirmemeli
    Beğenilmiyor ise, gitmeyi bilmeli.
    * * * *
    Türkiye Cumhuriyeti'ni genç beyinler yönetmeli
    Bu genç beyinler aydınlığa yönelmeli
    Çağlar ötesinden değil, gelecekten beslenmeli
    Karanlığı reddetmeli, geleceğe ışık yakmalı. "
    * * * *
    Ey büyük güç, ey büyük kudret
    İlkelerinin yılmaz takipçisiyim
    Bu ilkeleri insanlara ulaştırmada
    Işık hızındayım çünkü bunda kararlıyım.
    * * * *
    Mustafa Kemal atına bindi
    Bana el salladı
    Sonra görüşürüz, dedi.
    Çanakkale'ye doğru hızla uzaklaştı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------------------

    MUSTAFA KEMAL ÇANAKKALE'DE
    Mustafa Kemal, Çanakkale'ye geldiği zaman
    Bombalar sağda, solda patlıyordu
    İngiliz gemileri
    Dakikada 60 bomba atan toplarıyla
    Siperlere nefes aldırmıyordu.
    * * * *
    O anda bir aslan kükremesi duyuldu
    Bu ülke sahipsiz değil diyordu
    Bizden sonrası karanlık diyordu
    Hücum diyordu, korkmayalım diyordu.
    * * * *
    Anzaklar, sabaha karşı
    Çanakkale'ye çıkartma yapıyordu
    Sabahın 4 buçuğunda
    Onları orada bekleyenler vardı
    Sağ elinde şimşek, sol elinde yıldırım
    Sağ elinde kılıç, sol elinde tabanca
    Sağ elinde Anadolu, sol elinde Trakya
    Mustafa Kemal ve Türk Askeri
    Aç, tasır, savaştılar, yenilmediler
    Yendiler, zafer kazandılar.
    * * * *
    Karanlık varsa aydınlığa koşacaksın
    Aydınlıktaysan karanlıktan korkmayacaksın
    Kötüden, zalimden kaçmayacaksın
    Özgürlüğün için, savaşacaksın
    Sessiz durursan, yerinde oturursan
    Zalimin zulmüne dur demezsen
    Beynindeki prangaları söküp atmazsan
    Gelecek yıllar sana acımaz.
    * * * *
    Haydi, benim de, ben liderim de
    Lider olmak için, çaba sarf et
    En önde sen ol, en önde sen koş
    Türk Halkı'nın peşinden geldiğini göreceksin.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -------------------------------------------------------------

    ATATÜRK VE DÜNYA TARİHİ
    Dünya tarihini
    Yeniden yazmak isterdim
    Kalem elimde, kağıt önümde
    Hiç bir tehdide bağlı kalmadan
    Özgün düşünme yeteneğimi kullanarak
    Dünyadaki yaşamı kurgulamak isterdim.
    * * * *
    Vatan savunması hariç
    Komşu ülkelere saldıran
    Kralları, şahları, padişahları
    Devre dışı bırakarak
    Dünya tarihini
    Atatürk ile aydınlatmak isterdim.
    * * * *
    Atatürk vatanını savundu
    Düşmanlara karşı koydu
    Yurduna saldıran düşmanlara
    Biz bu sınırlar içinde
    Özgür ve bağımsız yaşamaktan başka
    Bir şey istemiyoruz, dedi.
    * * * *
    Düşmanlar, bunu kabul etmedi
    Baskısını artırdı
    Dört bir yandan Anadolu'ya saldırdı
    Atatürk, Türk Halkı'yla tek vücut oldu
    Savaştı ve galip geldi
    Anadolu'yu düşmanlardan temizledi
    Yepyeni bir devlet kurdu.
    Adı: Türkiye Cumhuriyeti.
    * * * *
    Türkiye Cumhuriyeti
    Sınırları içinde yaşayan herkes
    Atatürk'ü sever ve devrimlerine sahip çıkar
    Sadece gerçeklere inanır
    Atatürk gerçeğini kabul eder
    Beyninde bir ışık yakar
    O ışığın önderliğinde
    Kültür yolunu aydınlatır
    Yeni nesil insanlara yaşam sunar.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  18. 2 kişi Serdar Yıldırım üyemize teşekkür etti:

  19. #12
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Kavuklu İle Pişekar: Haraç

    KAVUKLU İLE PİŞEKAR: HARAÇ
    Pişekar: Ne o kavuklu, neden öyle kavuğun elinde geziyorsun?
    Kavuklu: Adam benden bin kat çirkin, bana tipsiz diyor.
    Pişekar: Yapma ya! Kim sana tipsiz diyor?
    Kavuklu: Karşı sokakta oturan sırık boylu. Adı Adem midir, nedir?
    Pişekar: Şu herkese kabaran. Alamadın mı paçasını aşağı?
    Kavuklu: Almasına alırdım ama yanında iri kıyım iki adam vardı.
    Pişekar: Ne olmuş yani dal aralarına bir ona, bir buna çak, düşür. Sonra yapış Adem'in yakasına. Nerede kalmıştık de.
    Kavuklu: O iş o kadar kolay mı? Bana akıl verene bak! Geçen gün çıkmaz sokakta seni gördüm. Diz çökmüştün. Tepende 12-13 yaşlarında iki çocuk, sana abicim dedirtiyorlardı.
    Pişekar: Şu iki kara çocuk.. Aniden önüme çıktılar. Birinin elinde çakı vardı. Diz çök dediler. Çöktüm. Abicim de dediler. Dedim. Babaları gelir diye yani.
    Kavuklu: Çocukların elinde çakı yoktu. Korkak seni. Babaları gelirmiş? Bu olayı kahvede anlatsam sokağa çıkamazsın.
    Pişekar: Aman Kavuklu, etme eyleme. Sus payı olarak ne istersin?
    Kavuklu: Şimdilik at bir beşlik. Bir hafta sonra bunun iki mislini isterim.
    Pişekar: Al işte beşlik. Bir hafta sonraki yedi buçuk olsaydı.
    Kavuklu: Pazarlık yok.
    Pişekar: Tamam dediğin olsun.
    Kavuklu beşliği alır gider. Pişekar arkasından söylenir: " Çocuklar gibi bu da beni haraca bağladı. Yine de Kavuklu insaflıymış. Çocuklar, onluk aldılar. Haftaya dört katı dediler. "

    -------------------------------------------------------------

    KAVUKLU İLE PİŞEKAR: HEKİM
    Kavuklu: Dün hekime gittim.
    Pişekar: Sonra ne oldu?
    Kavuklu: Baktı, etti.
    Pişekar: İlaç verdi mi?
    Kavuklu: Vermedi.
    Pişekar: Demek ki bir derdin yokmuş.
    Kavuklu: Bir derdim yok, iki derdim var.
    Pişekar: İki derdin mi? Senin ne derdin var ki?
    Kavuklu: Tarla, bahçe, inek, öküz.
    Pişekar: İki dediydin. Dert dörtmüş.
    Kavuklu: Yok iki. İnek tarlaya, öküz bahçeye girmiş.
    Pişekar: Devam et.
    Kavuklu: Bulduğunu yemiş, zarar vermişler.
    Pişekar: Kimin davarı bunlar?
    Kavuklu: Muhtarın.
    Pişekar: Muhtarla konuşsaydın, zararı öderdi.
    Kavuklu: Konuştum, zararı öderim, dedi.
    Pişekar: Tamam işte.
    Kavuklu: Yarısını peşin verdi, yarısı yarın, dedi.
    Pişekar: Helal be muhtar!
    Kavuklu: Yarın oldu, yarısını daha verdi.
    Pişekar: Yani çeyrek kaldı.
    Kavuklu: Kalan iki gün sonra, dedi. Dün süre doldu.
    Pişekar: Süre dolmuşsa ne olmuş? İki gün daha bekle.
    Kavuklu: Ama süre dolmuştu. Sözünü tutmadı.
    Pişekar: Canım eli sıkışıktır. Para bulunca öder.
    Kavuklu: Ben de kızdım, hekime gittim.
    Pişekar: Hekime değil, hakime gidecektin. Sorun çözülürdü.

    ---------------------------------------------------------

    KAVUKLU İLE PİŞEKAR: FAKİRLİK BAŞA BELA
    Pişekar: Gel bakalım Kavuklu, azıcık laflayalım.
    Kavuklu: Çıktım söğüt dalına, atladım aşağıya.
    Pişekar: Amma yaptın ha! Madem aşağıya inecektin, söğüt dalına niye çıktın?
    Kavuklu: Canım istedi. Hayatta istediğimi keşke yapabilseydim.
    Pişekar: Canının isteyip de yapamadığın neler var?
    Kavuklu: Neler yok ki? Fakir doğdum, fakir gidiyorum. Otuz dört yaşındayım. Bir kesere sap olamadım.
    Pişekar: Derdimi deştin Kavuklu. Seninki de bir şey mi? Bak ben elli yedi yaşındayım, değil keser, bir çakıya sap olamadım.
    Kavuklu: Ama her programdan sonra seyirciler bana, şu Pişekar, ne eğiliyor ne bükülüyor. Tava sapı gibi mübarek, diyorlar.
    Pişekar: Çorbayı karıştır, seyirciyi karıştırma. Doğru dedin, fakir gelen, fakir gider. Ben az gördüm, fakir gelip zengin gideni.
    Kavuklu: Zengin çocuğu olsaydım böyle olmazdı. Köşklerde, yalılarda yaşar, hamama salı günü giderdim.
    Pişekar: Neden salı? Çarşamba günü hamama git.
    Kavuklu: Çarşamba Samsun'da. Bir hamam için, oraya gitmem.
    Pişekar: Hamama ister çarşamba da, ister perşembe de git. Başka neler yapardın?
    Kavuklu: Bahçedeki erik ağacının altına yatar, erik piş, ağzıma düş derdim.
    Pişekar: Kiraz da pişer, armut da pişer. Sen bu kafayla kısa sürede zengin olursun.
    Kavuklu: Ben şimdi zengin mi oldum?
    Pişekar: Tabi ya zengin oldun.
    Kavuklu: Ama cepte beş kuruş yok.
    Pişekar: Zamanla o da olur. En azından zenginliği hayal ediyorsun. Benim hayal gücüm sıfır. Zenginlik bana uzak geçer.

    ------------------------------------------------------------

    KAVUKLU HİKAYE YAZIYOR
    Pişekar: Vay Kavuklu, garanti hikaye yazıyorsundur.
    Kavuklu: Üstüne bastın, kaldır ayağını.
    Pişekar: Sağı mı, solu mu?
    Kavuklu: İkisini de.
    Pişekar: O zaman yere düşerim.
    Kavuklu: Tamam işte, ben de senin yere düşmeni istiyorum.
    Pişekar: Yazıyorsun, yazıyorsun da ne kazanıyorsun? Beş kuruş veren mi var? Sal ipin ucunu gitsin.
    Kavuklu: Bilmem kaç yıl önce hikaye yazmaya başlarken, para diye bir şey aklımın ortasından geçmedi.
    Pişekar: Onu bin kere söyledin ama istemez misin şimdi sana bu hikayeler için, çuvalla para versinler. Bak istemem deme bir küserim bir daha konuşmam.
    Kavuklu: Bende yalan yok. Doğru oturur, doğru konuşurum. Kazandığım az bir para ne sana yeter, ne bana yeter. Şu hikayeleri satın alan olsa pek sevinirim. Benim hikayeleri kitabına alana, bundan para kazananlara kırgınım. Konuştuklarım oldu: Bak kitap basmışsın. Şu hikayeler benim eserim. Hikayelerim lokomotif olmuş, yedi baskı yapmışsın. Ben zor geçiniyorum. Bu durum beni üzüyor. Bana da bir şeyler ver. Ben sana hiç yayınlanmamış hikayelerimden gönderirim, dedim. Sana para yok Kavuklu, sen git dağ başında ulu, dediler.
    Pişekar: Hazıra konuyor, uyanık. Sıkıntısını sen çekiyorsun, kaymağını o yiyor. Çaresi yok mu bu işin?
    Kavuklu: Çaresi yok. Ben hikaye yazarım, onlar paraya döndürürler.
    Pişekar: Halktan yardım istesek. Bakın Kavuklu geçim zorluğu çekiyor, biraz yardım desek. Bağış kampanyası düzenlesek.
    Kavuklu: Benimle eğlenme Pişekar. İnsanlar, hikayelerimi çok beğeniyor, alkışlıyor ama para, bir yardım deyince, bizden sana kuruş yok Kavuklu diyorlar.
    Pişekar: Yapma ya, denedin mi bunu?
    Kavuklu: Tabi denedim. Hikayelerimden okudum. Güzel dediler, övdüler. Geçinemiyorum, dedim, para, yardım, dedim. Kuruş veren olmadı.
    Pişekar: Sanatkara bu yapılır mı? Üç beş kuruş verseler servetleri mi eksilecek?
    Kavuklu: Sayın Pişekar Efendi, sen zenginsin. Eve ekmek götürmem gerek. Bir ekmek parası verebilir misin? Borç olarak. Gün gelir öderim.
    Pişekar: Ben dilencileri sevmem bilirsin. Sana borç verirdim ama bozuk yok, der ve yürüyüp gider. Pişekar'ın arkasından bakakalan Kavuklu'nun gözleri dolar. Daha sonra gözyaşlarını silen Kavuklu ekmek alamadan evinin yolunu tutar.

    ------------------------------------------------------------

    KAVUKLU İLE PİŞEKAR: HAMAM
    Pişekar: Söyle bakalım Kavuklu, gölgeden mi yoksa güneşten mi yürürsün?
    Kavuklu: Yazın gölgeden, kışın güneşten yürürüm.
    Pişekar: Ya baharda nasıl yürürsün?
    Kavuklu: Şemsiye elimde yürürüm.
    Pişekar: Evden çıkarken baktın ortalık günlük, güneşlik. Şemsiyeyi almadan çıktın. Yolda yağmura yakalandın. Ne yaparsın?
    Kavuklu: Hemen bir evin saçak altına sığınırım.
    Pişekar: Oralarda ev yok. İki tarafın çayır, çimen.
    Kavuklu: Bir ağaç altına saklanırım.
    Pişekar: Görünürde hiç ağaç yok.
    Kavuklu: Pişekar, sen benim ıslanmamı istiyorsun. O zaman çayırın orta yerine otururum. Cebimden çıkardığım sabunla bir güzel yıkanırım. Böylece bu haftaki hamam işini aradan çıkarırım. Oldu mu? Hoşuna gitti mi?
    Pişekar: Bir de keselenseydin, bir ay hamama gitmesen de olurdu.

    --------------------------------------------------------------

    KAVUKLU İLE PİŞEKAR: BAYRAM
    Pişekar: Kavuklu, bugün bayram. Öp bakalım elimi.
    Kavuklu: Bayram ama neden elini öpeyim?
    Pişekar: Öp haydi, çekinme. Al şu beşliği güle güle harca.
    Kavuklu: Parayı cebine sok. İstemem senin paranı. Elini de öpmem.
    Pişekar: Amma naza çektin be Kavuklu. Para az geldi galiba. Beşin yanına beş ekledim etti on. Öp elimi al onluğu.
    Kavuklu: Elli de versen o iş olmaz. Senin önünde eğilmem. Ne demek bayrammış, el öpmekmiş? Egonu tatmin etmek için mi bana el öptürmeye çalışıyorsun? Gidiyorsun orada burada çocuklara el öptürmeye uğraşıyorsun. Yaşın büyük, boyun büyük ama aklın küçük.
    Pişekar: Sen istemedin diye ben el öptürmekten vazgeçmem.
    Kavuklu: İstersen elini öptürmeye çalışma da tokalaşalım.
    Pişekar: Tamam tokalaşalım ama beş liranı alırım.
    Kavuklu: Ne beş lirası, bende beş kuruş yok.
    Pişekar: O zaman tokalaşma da yok, bayramlaşma da yok.
    Daha sonra Pişekar uzaklaşır gider.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  20. #13
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Deniz Kızı Mary - Serdar Yıldırım

    DENİZ KIZI MARY
    Bundan yıllar önce, denize kıyısı olan ülkelerden birinde, oldukça mutlu, gelecekten umutlu, Mary adında küçük bir kız ve ailesi yaşıyordu. Balıkçılık yaparak ailesinin geçimini sağlayan baba, aniden ölünce, küçük kız ile annesi yalnız ve aç kaldılar. Anne, mecbur kaldığı için, komşu kasabadan bir adamla evlendi. Zalim adam, bir süre sonra anne ve kızına türlü eziyetler yapmaya başladı. Kafasının iyice daraldığı bir gün küçük kızın bacaklarını birbirine yapıştırarak denize attı. Denizin dibini boylamakta olan küçük kızın yardımına balıklar koştu. Balıklar, küçük kızı kucakladıkları gibi, denizlerin taçsız kralına götürdü. Denizlerin taçsız kralı, kötü insanların yaptığı balina katliamlarını önleyemediği için, taç takmazdı. Kral, küçük kızın haline acıdı, onu yanına aldı ve deniz altında yaşamayı öğretti. Küçük kız, kralın yanında sevgi dolu, mutluluk dolu on iki yıl geçirdi. Bu zaman süresince küçük kız yürüyemediği için, belden aşağısı dönüşüme uğradı ve pullarla kaplandı.

    Mary artık on sekiz yaşına gelmişti ve üstü insandı ama altı balık olmuştu, yani o artık bir deniz kızıydı. Deniz kızı yüzerken, kayıkla balık avlamakta olan bir adam dikkatini çekti. Bu adam, üvey babasına çok benziyordu, yalnız biraz yaşlanmış ve saçları kırlaşmıştı. Deniz kızı yakına gelerek, kendini tanıttı, ben senin kızınım, dedi ve annesini sordu. Üvey baba, sana anneni anlatırım ama kayığa gelirsen, dedi. Genç kız kayığa çıkınca üvey baba bunun bir deniz kızı olduğunu gördü. Bu durumdan yararlanmayı düşündü. Deniz kızını yakalayıp bağladı ve evine götürdü.

    Üvey baba daha sonra büyük bir çadır aldı. Çadırın ortasındaki bir direğe deniz kızını kuyruğundan baş aşağı bağladı. Deniz kızının varlığından haberdar olan insanlar, çadıra koştular ve bilet alarak içeri girip, deniz kızını gördüler. Zamanla ülkenin pek çok şehrinden ziyaretçiler geldi. Deniz kızı meşhur oldu ama bu meşhurluğun kaymağını üvey baba yedi. Üvey baba kazandığı paralarla o ülkenin sayılı zenginleri arasına girdi ve lüks içinde yaşadı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  21. #14
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Altın Elma - Serdar Yıldırım

    ALTIN ELMA
    Genç bir adam bisikletiyle, dedesini görmek için, Elmalı Köyü’ne gidiyormuş. Genç, uzun süre yol aldıktan sonra toprak yola girmiş. Toprak yolda giderken, bisikletin lastiği patlamış. Bisikletini ilerideki çalılıklara saklamış, dönerken bisikletini almayı umuyormuş. Kestirme olsun diye patika yola girmiş ve sonunda yolunu kaybetmiş. Genç adam günün ilerleyen saatlerinde gördüğü elma ağacına doğru yürümüş. Işıl ışıl, sapsarı bir elmayı koparmak için uzandığında: “ Dur insanoğlu! O altından bir elmadır, sakın koparma! “ diyen elma ağacının sesini duymuş. Genç adam hangi elmayı koparmak istese aynı sesi duyuyormuş.
    Bunun üzerine genç adam: “ Elma ağacı, iyi, güzel diyorsun da, senin dallarında altın olmayan elma yok mudur? “ Diye sormuş.
    Elma ağacı: “ Yoktur. Elmalarım altındandır, çünkü ben altından elmalar üreten bir elma ağacıyım. Bu kadar altın elmayı görüp de altın olmayan elma aramanı şaşkınlıkla karşıladım. Demek ki, gözü tok bir gençsin. Elmaların hepsi senin olabilir ama üç şartımı yerine getirmen gerekir. “
    Genç adam: “ Neymiş o üç şartın çabuk söyle. “ demiş.
    Elma ağacı: “ Birincisi, kanaat et; ikincisi, yalan söyleme; üçüncüsü, canlıların hayatına saygı duy. Bu şartlarımı kabul ediyorsan elmaları toplamaya başlayabilirsin. Sakın unutma, gölgem seni takip edecek. “

    Genç adam şartları kabul etmiş ve altın elmaları toplamaya başlamış. Oralarda bulduğu bir çuvala elmaları doldurmuş ama elli elmayı yeterli görmüş, kalan on dört elmayı dallarda bırakmış, kanaat etmiş. Genç adam yolda giderken, önüne eşkiyalar çıkmış. Eşkiyaların reisi, çuvalda ne olduğunu sormuş. O da, çuvalda altından elmalar var, demiş. Yalan söylememiş. Eşkiyalar, gencin cevabına gülmüşler, sonra üstünü aramışlar ama para-pul bulamamışlar. Çuvalın içine bakmak akıllarına gelmemiş. Al çuvalını git yoluna, demişler. Genç adam daha sonra yolun iyice daraldığı bir yerde yüzlerce karınca görmüş. İleriye gitmek için yürümesi pek çok karıncanın hayatına mal olacağı için, çuvalı yere bırakmış, karıncaları seyre dalmış. Canlıların hayatına saygı duymuş. Karıncalar az sonra yuvalarına girip gözden kaybolmuşlar. Ağacın gölgesi, üç şart yerine geldi, altın elmalar senin oldu, yolun açık olsun, demiş ve geri dönmüş.

    Genç adam yolda bir köylüye rastlamış ve dedesinin köyünü sormuş. Şansa bak, köylü dedesinin köyündenmiş. Tanışa, konuşa köye varmışlar. Dede, torununun ziyaretine gelmesine çok sevinmiş. Gözlerinden akan iki damla yaşı fark ettirmemeye çalışmış. Yaşlılar böyleymiş işte, bir küçük ziyaret onları duygulandırırmış. Akşam komşular dedenin evinde toplanmışlar. Genç adam başından geçenleri anlatmış. Anlattıklarına kimse inanmamış. Şehir hayatı sana yaramamış. Gel, bu köyde yaşa, demişler. Genç adam ispat için, çuvaldaki altın elmaları odanın orta yerine dökmüş. Altın elmaları gözleriyle gören komşular, çaresiz fikir değiştirip, genci övmüşler, göğsünü kabartmışlar: “ Biz sana şaka yapmıştık, beyim. Yoksa anlattıklarına tastamam inanmıştık. İnsanın bir çuval altın elması olur da, onun dediklerine inanılmaz mı? Her dediği doğrudur ve peşinden gidilir. Sen komutanımız ol, biz seninle savaşa gideriz. “

    Bunun üzerine genç adam, dedesine ve komşulara birer altın elma vermiş. Hepsi mutlu olmuş. Dede tef çalmış, komşular oynamış. Genç adam ertesi gün öğle vakitleri uyanmış. Bakmış dışarıda bir gürültü var. Olayı duyan köy halkı, biz de altın elma isteriz, diyerek kapının önünde uzun kuyruklar oluşturmuş. Genç adam, dedesini uyandırıp kalan kırk altın elmayla birlikte arka bahçeden kaçıp gitmişler. Şehirde gencin babası, annesi ve iki kardeşi olanlara çok sevinmişler. Neleri varsa eski evlerinde bırakıp, malikâne satın almışlar ve uzun yıllar mutlu ve zengin olarak yaşamışlar. Bu masalı okuyan herkesin bir çuval altın elması olması dileğiyle Serdar Yıldırım saygılar sunar.

    SON

  22. #15
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Anne Güvercin - Serdar Yıldırım

    ANNE GÜVERCİN
    Güzel bir yaz günüydü. Batur elinde sapan evlerinin yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı. Gözleri radar gibi dikkatle çevreyi tarıyordu. Birden arkasında bir ses duydu: ’Vurma kuşları.’ Döndü, baktı. Seslenen yabancı değildi. Mahalle arkadaşı Sarper’di: “ Ne istersin şu küçük yaratıklardan bilmem ki? Ne zararı var onların sana? Bırak ötsünler, uçsunlar, kanat çırpsınlar. “
    Batur: “ Sarper yine mi sen? Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana? Bak kuşları ürküttün, kaçıp gittiler. Kuş vurmak yasak mı yani? “
    Sarper: “ Yasak tabii. Şu sıralar kuş yavrularının büyüme zamanı. "
    Batur: “ Amma yaptın ha.. Yasakmış.. Yasaksa yasak. Kim bilecek benim kuş vurduğumu? Çevrede bir yığın kuş var. Bir kuş vursam kuş kıtlığına kıran girmez ya, kuş nesli tükenmez ya. Bana bak Sarper, sen iyi bir arkadaşsın, fakat şu kuş işine karışma “ dedi ve ses çıkarmamaya dikkat ederek ilerlemeye başladı. Yirmi metre kadar gittikten sonra bir ağacın altında durdu. Sapanını yukarıya kaldırdı. Nişan aldıktan sonra sapanındaki taşı fırlattı. Taş hedefini bulmuştu. Kuş yere düşerken havalanan bir başka kuşun kanat sesleri duyuldu. Batur yere düşen kuşu aldı.

    Arkadaşının sözlerine aldırış etmemesine içerleyen Sarper: “ Ne desem, ne söylesem boşuna. Başkalarının senden daha iyi düşünebileceğini kabul etmezsin zaten. Vurduğun bir yabani güvercin yavrusu. Yirmi gram et ya çıkar, ya çıkmaz. Düşünmediğin bir şey var. Bu yere düşerken kanat sesleri duymuştuk. Herhalde anne güvercindi uçan. Yabani güvercinler bildiğim kadarıyla kin tutarlar. Yavrusunu vurmakla hiç iyi yapmadın “ dedikten sonra geriye dönerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

    Anne güvercin bir taraftan yavrusunu vuran çocuğu seyrederken, bir taraftan da düşünüyordu: “ Aslında elinde sapanla bir çocuğun bize doğru yaklaştığını görmesek, duymasak bile hissederiz. Biz kuşlar, ağaç dalları üzerinde otururken dalar gideriz. Geçmişi düşünürüz. Hatıralar gözlerimiz önünde canlanır. Doğrularımız, yanlışlarımız aklımıza gelir. Çoğu zaman da hayaller kurarız. Bunlar genellikle tadını damağımızda hissedeceğimiz hayallerdir. Yani gerçek olmasını istediğimiz. İşte bu gibi durumlarda bir sapanın veya bir tüfeğin bize doğru nişanlandığını görmemiz yahut yaklaşan birinin hışırtısını, ayak seslerini duymamız mümkün değildir. Biricik yavruma uçmayı öğretiyordum. Yavrum çok yorulmuştu. Bir ağacın dalına konduk, dinleniyorduk. Etraftaki ağaçlar kuş doluydu ve sanırım çoğu benim gibi hayallere dalmıştı. Küt diye bir ses duydum ve yavrumun feryadı ile kendime geldim. Baktım yavrum vurulmuş düşüyordu. Kanatlarımı çırptım ve uçtum. Havada geniş bir daire çizdikten sonra olayın olduğu yere döndüm. Çevrede kuş yoktu, kaçıp gitmişlerdi. Olayın nasıl olduğunu kuşlardan öğrenirim. Neyse bırakayım şimdi bunları düşünmeyi. Yavrumu vuran çocuk kalktı, gidiyor. Gözden kaybetmeden takip edeyim şunu. Evinin nerede olduğunu öğrenirim hiç olmazsa. “

    Batur yolda gördüğü bir arkadaşıyla konuştuktan sonra oturdukları apartmanın kapısından içeriye girdi. Oturdukları daire 4. kattaydı. Anne güvercin karşı sokaktaki bir apartmanın çatısında saatlerce bekledi. Akşam olunca odaların, salonların ışıkları yanmaya başladı. Yavrusunu vuran çocuğun girdiği binanın oda ve salonlarını kontrol etmeye başladı. Örtülmeyen veya aralık bırakılan perdelerin arkasından içeri bakıyordu. 4. kattaki balkonun korkuluk demirlerinin üzerine kondu. Şöyle bir etrafına bakındı, bir tehlike var mı diye. Sonra başını pencere tarafına doğru çevirdi. Perdesi kapatılmamış pencereden içerisi rahatlıkla görünüyordu. Onu gördü…tam karşıda oturmuş, yanındaki birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu. El-kol hareketleri yapıyor, kahkahalarla gülüyor, etrafındakileri güldürüyordu. Onun son derece neşeli hali içini sızlattı. Bu sahneyi daha fazla görmeye dayanamadı, kanatlarını çırptı ve simsiyah gökyüzüne doğru uçup gitti. Daha sonraki günlerde Batur evlerinin yakınındaki ağaçlıkta sık sık kuş avına çıktı. Fakat hayret!..Her zaman pek çok kuşun bulunduğu bu ağaçlıkta bir tek kuşa rastlayamıyordu.

    Batur, bir gün elinde sapanıyla buraya geldi. Çevreden çıt çıkmıyordu, etrafta hiç kuş yoktu. Yavru güvercini vurduğu ağacın altına gelmişti ki, aniden kanat sesleri duydu. Şaşırmıştı. Üzerine doğru dalışa geçen kuşu son anda fark etti. Elleriyle yüzünü kapatması onu yaralanmaktan kurtardı. Kuş çığlıklar atarak ikinci defa saldırıya geçti. Bu saldırı birincisinden daha şiddetli oldu. Kuşun kanat vuruşları tokat gibi yüzüne gelen Batur, sırtüstü yere yuvarlanırken eliyle kuşa sert bir darbe indirdi. Kuşun ilerideki çalıların arasına düştüğünü gören Batur, arkasına bakmadan kaçıp gitti. Batur o gece hiç uyuyamadı. Yatağında devamlı olarak bir o yana, bir bu yana döndü, durdu. Sabaha karşı o kuşun kim olduğunu ve kendisine neden saldırdığını anlamıştı. O kuş, birkaç gün önce vurduğu yavru güvercinin annesiydi. Demek ki, anne güvercin yavrusunu vuranı unutmamış, devamlı olarak takip etmişti. Kuş vurmak için ağaçlığa gelirken orada bulunan kuşların kaçıp gitmesini sağlamıştı. Bu birkaç gündür ağaçlıkta kuş görememesinin nedenini ortaya çıkarıyordu. Korkunç bir takip altındaydı. Kuş vurmaya devam ederse anne güvercinin felaketine neden olacağını anladı. Zararın neresinden dönülürse kardı. Bir daha kuş avına çıkmazsam anne güvercin belki peşimi bırakır diye düşündü. Zaten sapanını anne güvercin ile boğuşurken düşürmüştü. Bundan sonra kuş vurmayacağına söz verdi.

    Anne güvercin ise, Batur ile yaptığı mücadeleden sonra yerde bulduğu sapanı gagasının arasına kıstırıp uçup gitmiş, uzaklara, çok uzaklara, kimsenin onu bulup bir daha kuş vurmasına imkân bulamayacağı kadar uzaklara giderek oralarda bulduğu bir çukura sapanı atmış ve üzerine toprak, yaprak ne bulduysa doldurarak gömmüştü. Anne güvercin sonraki günlerde ağaçlığın kenarında nöbet tutmaya devam etti. Birisi buraya gelmeye kalksa ağaçlar üzerinde dinlenen, uyuklayan veya hayal kurmakta olan kuşları uyaracak ve bu ağaçlıkta kimsenin kuş vurmasına izin vermeyecekti.

    Böylece aradan haftalar geçti. Sonbaharın gelmesiyle havalar soğumaya başladı. Bütün göçmen kuşlar gibi anne güvercin de grubuyla birlikte kışı geçirmek için sıcak ülkelere göç etti. Ertesi yıl nisan ayında anne güvercin grubuyla birlikte bu ağaçlığa geldi. Günler sakin ve olaysız geçiyordu. Anne güvercin fırsattan istifade ederek üç tane yumurta yumurtladı. Bu yumurtaların üzerinde günlerce kuluçkaya yattı. Sonunda yumurtalar çatladı ve üç tane yavru sahibi oldu. Yaz mevsimi boyunca yavrularını büyüttü, onlara uçmayı öğretti. Hayatta kendilerine yönelecek tehlikelere karşı uyanık durumda bulunmayı öğütledi. Batur verdiği sözü tuttu. Bir daha onu kuş vururken gören olmadı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    BU MASALIN BULUNDUĞU KİTAPLAR:
    Eğlendiren Masallar - Karaca Yayınları - Sayfa 16-31
    Sevimli Masallar Gezegeni - Karaca Yayınları - Sayfa 224-240

    Yayınevleri internetten alıyorlar. İşin parasal yönü yoktur. Benim amacım okuyucuya güzel eserler sunmaktır.

    Pakistan Punjab Üniversitesi'nde Okutulan Ders Kitabındaki Hikayelerim
    KIRLANGIÇ İLE SERÇE
    SARAYIN SÜTÇÜSÜ ( AYŞECİK İLE YASEMİN SULTAN )
    GÜLHANE PARKI ( BÜCÜR ZÜRAFA )
    GEZGİN ŞEHMUZ ( GEZGİN ŞEHMUZ İLE FAKİR PADİŞAH )
    GÜZEL BİR YAZ GÜNÜ ( ANNE GÜVERCİN )

    Yazdığım bu hikayeler Pakistan'ın Lahore şehrinde bulunan Punjab Üniversitesi'nden öğretim görevlisi Dr.Abdul Majid Nadeem tarafından hazırlanan TÜRKÇE DİLBİLGİSİ kitabının TÜRKÇE METİNLER bölümünde çıktı. Hikayeler 106 - 115 sayfaları arasındadır. Hikayelerin altında adım yazmaktadır.

    Kitabın yazarı: Abdul Majid Nadeem
    University of the Punjab, Lahore, Pakistan, Arabic, Faculty Member

    Linki tıklayınız. Gelen sayfanın yüklenmesi için, birkaç saniye bekleyiniz ve sayfayı yukarıya doğru kaydırınız. İyi okumalar.

    https://www.academia.edu/37369107/Tu...8P9lYZnR6UstZ4

  23. #16
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı

    Özgürlük Savaşçısı Baba Koç - Serdar Yıldırım

    ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI BABA KOÇ
    Çimenin bol olduğu yayladan bizi bir kamyona doldurup, getirip bu koca şehrin kenar semtlerinden birinde ağıla kapadılar. Elli kadarız burada. Adamlar gelip, hangimizi alırsa sırtımıza boyayla numara yazıp gidiyorlar. Dedemi kesmişler, babamı kesmişler ama beni kesemezler. Çarpışırım, vuruşurum, pek değer verdiğim şu hayatımı savunurum.
    Geçen yıl numarası gelen arkadaşlarımı gözümün önünde birer birer kestiler. Sıra sende gel dedi, iki adam boynuzlarımdan tuttu,çekerler, ben gitmem. Yaşamak istiyorum, hayatı seviyorum diye bağırdım, anlayan yok. Bir silkindim, adamların elinden bir kurtuldum, yetiş ki beni tutasın. Dağda saklandım on gün ama elinden kurtulduğum adamlardan biri beni yakaladı. Yayladan kamyonla gelenlerden tek ben yaylaya geri götürüldüm. Ben kesilip yenmek için, yaratılmadım. Ben çimenin, çayırın bol olduğu yaylada yiyip, içip, yatmak için yaratıldım. Öteki koçlara orada anlattım, yolda anlattım, burada anlatıyorum, sessizce dinliyorlar. Bana katılan yok. Bunların DNA'larında nedensiz korkudan oluşan ürkeklik var. İnsanlara köle olmayı kanlarının her damlasına kadar benimsemişler.

    Baba koçun numarası okunduğunda içi titredi. İki adam boynuzlarından tuttu. Çektiler, kımıldamadı. İki adam daha geldi. İtelediler, kakaladılar, sırtına, kafasına sopayla vurdular. Baba koç tüm gücüyle direndi. Ağıldan çıkmadı. Çıkarsa kötü,kasap Hayri bıçağını bilemiş, bekliyor. Şakası yok, kesecek.
    Baktı baba koç gelmiyor, kasap Hayri, durun, zorlamayın, o baba koç. Geçen yıl kaçtıydı, kesememiştim. Bu yıl kaçamaz. Gelmiyorsa ben gelir ve onu orada keserim, dedi. Kasap Hayri ağıla girdi: " Gel bakalım, baba koç. Bıçağı senin için özel olarak biledim. Jilet keskinliğinde, gel, canın hiç acımayacak. "
    Aradan zaman geçiyor ve adamlar, baba koçu bir türlü yere yıkamıyordu. Kasap Hayri böylesi günlerde on yılı aşkın zamandır kesim yapıyordu. Bu zaman süresince pek çok, belki bin kadar koçun boğazına bıçak çalmıştı. Şu baba koç işi de fazla uzamıştı. Kasap Hayri olanca gücüyle bağırdı: " Erkan, sen baba koçu göğsünden kucakla ve bana döndür. Şunun karnını bir deşeyim. Tamam, kaldır, yüzü bana dönük olsun. Şimdi oldu. "
    Kasap Hayri, baba koçun karnına bıçağı salladığı anda baba koç son bir gayretle kendini yana çekti. Hayri'nin bıçağı arkada duran Erkan'ın karnına saplandı. Yıllardır böylesi günlerde koçları birbiri ardısıra kısık gözlerle kesen Hayri'nin gözleri değirmen taşı gibi açıldı. Sonunda bir değişik yaratığın canını alarak insan katili olmuştu. Diğer üç adam korkuyla dışarı fırladı. Erkan'ın mengene gibi kollarından kurtulan baba koç hızla koşarak ağılın kapısını kapadı. Baba koçun canla, başla hayatını savunması ağıldaki koçları harekete geçirdi. Bravo, baba koç, seninleyiz, dediler ve Hayri'yi yakalayıp yere yatırdılar. Baba koç yerdeki insan kanına bulaşmış bıçağı aldı. Arka ayakları üstünde doğrulup, ağır adımlarla Hayri'ye yaklaştı.
    Kasap Hayri: " Dur, baba koç. Ben ettim, sen etme. Büyüklük sende kalsın, beni affet. Bir daha ekmek kesmek için bile bıçağı elime almam. Yalvarırım baba koç, beni affet. "
    Baba koç gözlerinin önünde pek çok arkadaşını kesen ve hayatına kast eden kasap Hayri'yi acımadan kesti. Erkan da çoktan ölmüştü. Baba koç olanlara lanet okuyarak bir tos vuruşuyla ağılın kapısını kırarak dışarı fırladı. Peşinden gelen koçlarla birlikte dağlara doğru yöneldi. Dağlar onları koruyup kollayacak ve bu özgürlük savaşçılarına güzel bir yaşam sunacaktı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  24. #17
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    KARA KALPAKLI ATLI
    Karşıdan gelen bir atlı
    Atlı kara kalpaklı
    Bakışları pek dertli
    Çehresi çok sertti.
    * * * *
    Atlı geldi, attan indi.
    Bendeki merak dindi.
    Beynimdeki düşman sindi.
    Çünkü gelen bir dosttu.
    * * * *
    Ben O'nu tanıyordum.
    Her an adını anıyordum.
    Mustafa Kemal diyordum.
    Mustafa Kemal Atatürk diyordum.
    * * * *
    Atatürk beni tanımadı.
    Sen de kimsin böyle, diye sordu.
    Gelecekten geldiğimi söyledim.
    Tarih 11-10-2020 dedim.
    * * * *
    " Demek 100 yıl sonrasından geldin.
    Dur, hiç boşuna konuşma
    Beni tanıdın, kim olduğumu biliyorsun
    Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyorsun. "
    * * * *
    Evet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
    Bundan gurur duyuyorum.
    Önderim, liderim de sensin
    Seni yere- göğe sığdıramıyorum.
    * * * *
    " Demek başardım, bunu biliyordum.
    Türkiye Cumhuriyeti kurulacak diyordum.
    Yedi değil, yetmiş düvel gelse de
    Zafer kazanacağımdan emindim.
    * * * *
    İçerideki düşman dışarıdakinden hırslı
    Özgürlük ateşini söndürmekte kararlı
    Padişahtan umudunu kesen herkes
    Benim hür bayrağım altında toplanmalı.
    * * * *
    Ben Anadolu'nun Türk Yurdu olmasında kararlıyım.
    Bunun için gereken ne varsa yapacağım.
    Planlarımı zafer üstüne kurgulayacağım.
    Baskı altındaki milletlere örnek olacağım. "
    * * * *
    Sen çok yaşa emi yüzyılın savaşçısı
    Anadoluyu işgal etti, düşman ordusu
    Yoktur Türk Askeri'nde düşman korkusu
    Çoktur düşman askerinde Mustafa Kemal korkusu.
    * * * *
    Kara kalpaklı atlı
    Topuktan gelen bir selam verdi.
    Atına atladığı gibi
    Doludizgin uzaklaştı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -------------------------------------------

    TÜRK DEVRİMİ
    Devrim, karanlığın yok olması
    Aydınlığın başlamasıdır
    Devrim, yeniliklere ayak uydurmak
    Çağdaşlaşmak, medenileşmektir.
    * * * *
    Yüzyıllar ötesinde kalmış fikirler
    Zamanla geçerliliğini kaybeder
    Yeni düşünceler ortaya çıkar
    Bu değişim sonsuza dek sürer.
    * * * *
    Büyük Vatan Şairi Namık Kemal
    Millete hizmet yolundan asla vazgeçmedi
    Magosa zindanlarında bile
    Vatana hizmetten bahsetti.
    * * * *
    1840-1888 yılları arasında
    Dünyadan bir Namık Kemal geçti
    Atatürk, lise yıllarında Namık Kemal'in
    Fikirleri beni çok etkilemiştir, dedi.
    * * * *
    Atatürk'e göre, Türkiye Cumhuriyeti
    Sınırları içinde yaşayan herkes Türk'tür.
    Bu cumhuriyette yaşayanlar
    Türklüğüyle övünmelidir.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -------------------------------------

    SAVAŞ KAHRAMANI ATATÜRK
    Dünyanın gelmiş, geçmiş
    En büyük savaş kahramanı
    Kimdir diye sorsalar
    Mustafa Kemal Atatürk derim.
    * * * *
    Dünyanın merkezi konumundaki
    Anadolu'da, binlerce yıldır
    Yüzlerce medeniyet gelmiş, geçmiş
    İki binli yıllarda Anadolu'da yaşayan insanlar,
    Bu medeniyetlerin kaçta kaçını biliyor?
    * * * *
    Dünyanın pek çok ülkesinden
    Daha fazla nüfusa sahip İstanbul
    28-9-2021 tarihi itibarıyla 16 milyon
    Kazdıkça altından medeniyet çıkıyor.
    * * * *
    Dünyanın en büyük medeniyet
    Başkenti İstanbul'dur.
    Zamanın durduramadığı
    Saatlerin sessiz çaldığı İstanbul.
    * * * *
    İstanbul'u ilk fethedeni herkes biliyor
    İstanbul'u ikinci kez fetheden Atatürk'tür.
    İstanbul bir daha düşman eline geçmemeli
    İstanbul özgür olmalı, Türk olmalı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------

    BİZ MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ
    Gelecek nesiller
    Rahat etsinler diye
    Çanakkale'deydik.
    * * * *
    Çanakkale'ye gelip
    Evine, köyüne geri dönemeyen
    Çanakkale'ye gelip
    Kimi bir gün
    Kimi bir buçuk yıl
    Ömür törpüleyen
    Yarı aç, yarı tok
    Bazen tam aç
    Kahramanca savaşan
    Düşmana geçit vermeyen
    Canını dişine takan
    Sadece kazanmayı düşünen
    Türk Askerleriyiz.
    * * * *
    Biz binlerceydik
    On binlerceydik
    Yüz binlerceydik
    Çoğumuzun adını kimse bilmedi
    Hayatımızı bir kurşuna
    Bir bombaya satmadık
    Direndik, yıkılmadık, yenilmedik
    Bizi yenmek isteyenleri ezip geçtik.
    * * * *
    Biz Mustafa Kemal'in askerleriyiz
    O, gelmeden önce siperleri gerilere
    Daha gerilere kaydıran
    O, geldikten sonra zafere
    İmza atan Türk askerleriyiz.
    * * * *
    Alman komutan Liman Von Sanders gitti
    Yerine Türk komutan Mustafa Kemal geldi
    Topçulara ateş etmeyin, bekleyin, diyen
    Alman komutan gitti
    Ateş, ateş diyen Mustafa Kemal geldi.
    * * * *
    Mustafa Kemal İngiliz gemilerini
    Çanakkale Boğazı'nın
    Karanlık sularına gömdü
    Anadolu'nun Türk yurdu
    Olmasını istemeyen
    İngilizlere dersini verdi.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ------------------------------------------

    YOKSA SEN İNGİLİZ CASUSU MUSUN?
    Mustafa Kemal 1.5 yıl Çanakkale'de kaldı
    Kar, yağmur, çamur demedi, savaştı
    Anadolu'ya saldıran düşmanlara karşı koydu
    Yeni nesiller özgür ve bağımsız yaşamalıydı.
    * * * -
    İngiliz gemileri, siperlere binlerce bomba attı
    Nice canlar son nefesini verdiğini bilemedi
    Onlar biliyordu, Anadolu düşmana kalmaz
    Mustafa Kemal yalnız kalsa da düşmana teslim olmaz.
    * * * *
    Bombaların patlamadığı bir anlık zaman diliminde
    Zaman gezgini olarak Çanakkale'de olmayı düşledim
    Dileğim gerçekleşti, Türk siperlerindeydim
    Ben bir köşede otururken, Mustafa Kemal ayaktaydı
    Bombalardan korkmuyordu, bombalar O'ndan korkuyordu
    Pek çok bomba gidip uzakta patlıyordu.
    * * * *
    Mustafa Kemal beni fark etti, eliyle işaret etti:
    " Sen asker değilsin, ayağa kalk, kim olduğunu söyle?
    Yoksa sen İngiliz casusu musun? "
    * * * *
    Ayağa kalktım, selam verdim:
    Ben Serdar Yıldırım, gelecekten geliyorum
    Tarih 5-Eylül-2021 Pazar
    Türküm, Türk olmaktan gurur duyuyorum, dedim.
    * * * *
    " Demek 106 yıl sonrasından geldin
    İngiliz gemileri, Çanakkale'yi geçip, Marmara'ya giremez
    Burada zafer kazanmamız, Anadolu insanının gözyaşını silemez
    Anadolu insanı birlik olursa onları dünya gelse yenemez. "
    * * * *
    Bunun üzerine ben şöyle dedim:
    Her dediğinizin altına imzamı atarım
    Hepsi yüzde yüz doğrudur ve örnek alınmalıdır
    İngilizler, Çanakkale'yi geçemeyecekler.
    * * * *
    Konuşmam bittiğinde yakınımda bir bomba patladı
    Yüzlerce parçaya ayrıldığımı hissettim
    Ben bölünmemeliydim, dağılmamalıydım
    Bir bütün olarak kalmalıydım ve yaşadıklarımı
    Günümüz insanına anlatmalıydım
    Çeşitli iletişim kanallarıyla bunu
    Binlerce, on binlerce okura ulaştırmalıydım.

    SON

    ----------------------------------------------

    MAVİ ATEŞ
    Deniz altında kalmış dağ patlar
    Bunun sonunda volkanik ada oluşur
    Baskı altında kalmış Türk patlar
    Bunun sonunda Türkiye Cumhuriyeti oluşur.
    * * * *
    Evren milyarlarca yıl önce
    Büyük patlama sonucu oluşur
    Galaksiler meydana gelir
    Galaksiler, yüz milyonlarca yıldız içerir.
    * * * *
    Bunlardan sadece birisi
    Samanyolu Galaksisi
    Benim de içinde yaşadığım
    Güneş sistemini barındırır.
    * * * *
    Bizim güneş sistemimizde
    Dokuz gezegen vardır
    Bu gezegenlerden biri de
    Sevgili dünyamızdır.
    * * * *
    Dünyada yaşayan insanlar
    Kendiliklerinden bir şeyler icat ettiler
    İnsanların fikir ve düşüncelerine
    Birtakım kısıtlamalar, baskılar koydular.
    * * * *
    Adına öğreti dediler
    Yaşantı dediler
    Halkları birbirine
    Düşman ettiler.
    * * * *
    Kim neye inanırsa inansın
    Benim gibi düşüneceksin diyemezsin
    Belki yanlışta olan sensin
    Değişik düşüneni anlamaya çalışmalısın.
    * * * *
    İnsanı insan yapan özellik
    Canlıların yaşamına saygı duymaktır
    Canlılara sevecen davranıp
    İnsan olduğunu unutmamaktır.
    * * * *
    Büyük bir ordu hazırlamakla
    Ülkelerin sınırını geçmekle
    O ülkeyi fethetmeye çalışmakla
    Sorunları çözemezsin.
    * * * *
    Bak Mustafa Kemal Atatürk
    Vatan savunması hariç
    Savaş bir cinayettir, demiş
    Savaşmayalım artık.
    * * * *
    Atatürk demişse doğrudur
    İnsanlar savaştan kaçınmalı
    Dünya durdukça
    Barış içinde yaşamalı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    KARANLIK BENDEN KORKTU
    Yazan Ve Okuyan: Serdar Yıldırım
    https://youtu.be/VNJDgoLi7Bo

  25. #18
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK'ÜN GÖLGESİ YETER
    İngiliz gemileri Çanakkale'de
    Dakikada 60 mermi atan pek çok toplarıyla
    Türk tabyalarını yoğun bombardıman ateşine tuttu
    Türk topçular hazırdı
    Ateş emrini bekliyordu
    Alman komutanlar,
    Türk topçusuna bekleyin, diyordu
    İngilizler, bombaları bitince gider, diyordu.
    Çanakkale'de Türk askeri giderek azalıyordu
    Tabyalar gerilere, daha gerilere çekildi.
    * * * *
    Sonra Çanakkale'ye Mustafa Kemal geldi
    Türk topçusuna ateş emrini verdi
    İngiliz gemileri, Marmara'ya giremedi
    Boğazın karanlık sularına gömüldü.
    * * * *
    Sonra kara savaşları başladı
    Mustafa Kemal önderliğinde
    Türk Ordusu, Çanakkale geçilmez, dedi
    Çanakkale geçilemedi.
    * * * *
    Aradan 105 yıl geçti
    Olanlar unutulmadı
    Teknoloji ilerledi
    İngiliz gemileri
    Dakikada 120 mermi atar hale geldi
    Atatürk'ün gölgesi yeter
    Marmara'ya giremezler.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------

    ATATÜRK'Ü SEVMEK ZORUNDASIN
    Kalbinde sevgi olmasa da
    Hiç kimseyi sevmesen de
    Atatürk bu vatanı kurtardı.
    Atatürk'ü sevmek zorundasın.
    * * * *
    Özgür ve bağımsız yaşıyorsan
    Köleliği düşman görüyorsan
    Hür düşünmeme engel olunamaz diyorsan,
    Atatürk'ü sevmek zorundasın.
    * * * *
    Atatürk sekiz yıl ailesinden ayrı kaldı.
    Gece gündüz demedi senin için savaştı.
    Yurduna saldıran düşmanları perişan etti.
    Atatürk'ü sevmek zorundasın.
    * * * *
    Samsun'a senin için çıktı.
    Erzurum ve Sivas kongrelerini senin için yaptı.
    Geceleri rahat uyku uyuyorsan,
    Atatürk'ü sevmek zorundasın.
    * * * *
    Evlendin, çocukların oldu.
    İşin var, maaşın var, aç değilsin.
    Sana bu yaşam kolaylığını sağlayan,
    Atatürk'ü sevmek zorundasın.
    * * * *
    Atatürk, Atatürk, Atatürk demelisin.
    Devrimlerinin takipçisi olmalısın.
    Yurdunu İngiliz'e, Yunan'a bırakmamak zorundasın.
    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  26. #19
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    YILLAR ÖNCESİNDEN BİR RÜZGAR ESTİ
    Bir rüzgar esti, yıllar öncesinden
    İnegöl'deki evimizin bahçesinden
    O bahçede erik ağaçları vardı.
    Asmada salkım salkım üzümler
    Ve bir dut ağacı.
    * * * *
    İki uzun kollu adam
    Kollarını açsalar ve uğraşsalar,
    Parmakları birbirine değmezdi.
    Kalındı dut ağacının gövdesi.
    * * * *
    O bahçedeki iki katlı
    Ahşap bir evde doğdum.
    Önceleri Serdar'dım.
    Sonraları Serdar Yıldırım oldum.
    * * * *
    Ben on iki yaşındaydım.
    Yaşı benden büyük
    Birtakım insanlar tartışıyordu.
    Atatürk, bu ülke için ne yaptı diyordu.
    * * * *
    Ben haykırdım: Atatürk bu vatanı kurtardı.
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu.
    Şimdi özgür ve bağımsız yaşıyorsan
    Bunu Atatürk'e borçlusun.
    * * * *
    Atatürk'e saygı duymalısın.
    Devrimlerinin izinden gitmelisin.
    Atatürk, Atatürk, Atatürk demelisin.
    Atatürkçülüğün en büyük savunucusu olmalısın.
    * * * *
    " Boş versene çocuk sen ya
    Atatürk senin hayatın olmuş.
    Sen Atatürk dedikçe
    Beynin buz tutmuş, kalbin durmuş. "
    * * * *
    Ben, hayır, dedim.
    Beynim buz tutmaz, kalbim durmaz.
    Ben Atatürk dedikçe
    Beynim aydınlanır, kalbim hızlı çarpar.
    * * * *
    Aradan elli yıl geçti.
    Doğduğum eve gittim, bahçeye çıktım.
    Dut ağacı çok büyümüş, güçlenmiş.
    Kökleri dünyanın tabanına ulaşmış.
    * * * *
    Dedim, dut ağacı gibi,
    Yıllarla benim Atatürk sevgim büyümüş.
    Kollarımı bir kaldırdım ki,
    Ellerim bulutları tutarmış.

    SON

    ------------------------------------

    ATATÜRK
    Başında bir kalpak,
    Sırtında bir kürk.
    Kimdir bu diye sordular?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Uygardır, medenidir.
    İnsanlık düzenidir.
    Dediler çağdaş kimdir?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Trablusgarp, Bingazi'ye
    İtalyanlar asker çıkardı.
    Dediler kurtarmaya kim gitti?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Çanakkale, Anafartalar,
    Seddülbahir, Conkbayırı
    Dediler düşmanın önüne kim çıktı?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    İngiliz gemileri,
    Sarayın önüne demir attı.
    Dediler teslim olan padişahı kim kurtardı?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Yunan, İzmir'e çıkartma yaptı.
    Yüzlerce can aldı, evleri yağmaladı.
    Dediler İzmir'i kim kurtardı?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Yunan Ordusu ilerledi.
    Ortalığı yakıp yıktı.
    Dediler Türk Ordusu'nu kim geri çekti?
    Dedim Atatürk
    * * * *
    Sakarya Irmağı doğusunda
    Orduyu eğitti, savaş öğretti.
    Dediler bu kim diye sordular?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Hazır olduğuna inandı.
    Zafer mutlaktır dedi.
    Dediler Büyük Taarruz'u kim emretti?
    Dedim Atatürk.
    * * * *
    Osmanlı bitti dediler.
    Padişah gitti dediler.
    Dediler Türkiye Cumhuriyeti'ni kim kurdu?
    Dedim Atatürk.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -------------------------------------

    ATATÜRK İLE İLGİLİ BİR ŞİİR YAZMAK
    Kağıt önümde, kalem elimdedir
    Bir büyük enerji benim beynimdedir
    Kalem kağıdın üstünde kanatlanıp uçtukça
    Coşarım, ışık olurum
    Anadolu'yu aydınlatırım.
    * * * *
    Atatürk şiiri yazmaya başladığımda
    Burası evim olabilir, bir otobüs durağı veya
    Bir marketin bahçesi olabilir.
    Konuya odaklanırım
    Dakikalar sonra
    İlk cümleler kağıda düştüğünde
    Sadece yazmak, daha çok yazmak isterim.
    * * * *
    Şu son altı yılda yazdığım
    Atatürk ile ilgili seksen iki şiirim
    Okurlar tarafından beğenildi, takdir edildi
    Onlar haykırdılar, Atatürk, dediler
    Atatürk bizim tek önderimizdir, dediler.
    * * * *
    Atatürk gibi bilgili, atak ve cesur olmak
    Komutasındaki az bir kuvvetle
    Yurdunu savunmaya çalışmak
    Değişik zamanlarda yaptığı pek çok savaşta
    Her zaman galip gelmek, hiç yenilmemek
    Anadolu bozkırında
    Üstün düşman kuvvetlerini
    Yok etmek.
    * * * *
    Azim ve kararlılık
    Sağlam bir irade
    Üstün görüş yeteneği
    Olayı anında okumak
    Yanlış giden bir şeyler olduğunda
    Önlemini almak
    Tek bir güce, kendine inanmak
    Geçilemez denen düşman mevzilerini
    Paramparça etmek.
    * * * *
    Zafer kazanmış bir kumandan edasıyla değil,
    Vatan kurtarmış bir komutan gibi
    Türkiye Cumhuriyeti'ni
    Dünya tarihine armağan etmek.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ------------------------------------------------

    DÜNYADAN BİR MUSTAFA KEMAL GEÇTİ
    Toprakları işgal edilmiş bir vatan
    Bağrına hançer dayamış olan düşmana çatan
    Özgürlük yolunda inanılmaz adımlar atan
    Düşmanın yüz tanesini bir kurşuna satan.
    * * * *
    Başka milletlere boyun eğmeyi reddeden
    Bunun için, sessiz kalmayan, isyan eden
    Sekiz yıl boyunca cepheden cepheye giden
    Anadolu'nun boşluğunda düşmanı mahveden.
    * * * *
    Ey Kurtuluş Savaşı'nın yenilmez armadası
    Ey dünyanın gelmiş geçmiş en büyük komutanı
    Ey Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı
    Tarih senden yana, bunu fazlasıyla hak ediyorsun.
    * * * *
    Dünyadan bir Mustafa Kemal geldi, geçti
    Bu dünyada yaşamayı herkesten çok hak ediyordu
    Mümkün olsa yaşamımdan on yılımı uğruna feda ederdim
    İnanın Anadolu şu anda bambaşka bir kimliğe bürünürdü.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------

    MUSTAFA KEMAL: SAVAŞTA VE BARIŞTA DEVRİM
    Devrim yaparsın savaş meydanlarında
    Girdiğin her savaşı kazanırsın
    Tarih yazarsın Mustafa Kemal gibi
    Mustafa Kemal Atatürk gibi.
    * * * *
    Tarih kitaplarının yazdığı
    Savaş kahramanları
    Başka bir ülkenin sınırını geçenlerdir
    Onlar oraları fethederler.
    * * * *
    Mustafa Kemal onlara benzemez
    Yurdunu istila eden düşmanlara karşı koyar
    Arada dağlar kadar değil,
    Çağlar kadar fark vardır
    Fikirleriyle, düşünceleriyle orta çağ karanlığını yok etmiştir
    Atatürk Çağı başlamıştır.
    * * * *
    Atatürk Çağı hiç bitmeyecektir
    Dünya durdukça var olacaktır
    Dünya sonsuza kadar var olacağına göre
    Atatürk hep en önde, hep zirvededir.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    --------------------------------

    MUSTAFA KEMAL GERÇEK, GERİSİ YALAN
    İngiliz'in izniyle yunan
    Batı Anadolu'yu etti talan
    İmkansızı mümkün kılan
    Mustafa Kemal gerçek, gerisi yalan.
    * * * *
    Yunan, Batı Anadolu' da çok can aldı
    Evleri yağmaladı, köyleri yaktı
    Efeler, yunan için, dağa çıktı
    Yunanla savaştı, bu vatan bizim, dedi.
    * * * *
    Takviye kuvvetler cepheye geldi
    Yunan, zafer naraları attı
    Çarpışmalar şiddetli geçiyordu
    Efeler, giderek azalıyordu.
    * * * *
    Kurtuluşun bir yolu olmalıydı
    Anadolu yunana teslim edilemezdi
    Halk, bir bütün olarak harekete geçmeliydi
    Ancak halka bir önder gerekliydi
    Bu önder Mustafa Kemal olabilir miydi?
    * * * *
    Doğuda az bir kuvvetle rusları durduran
    Çanakkale'de ingiliz ve fransızları bozguna uğratan
    Yurdun her karış toprağını kahramanca savunan
    Mustafa Kemal olabilir miydi?
    * * * *
    Mustafa Kemal, Anadolu halkını harekete geçirdi
    Onlardan seninleyiz mesajını aldı
    Büyük Taarruz'da en öndeydi ve ileri atıldı
    Pek çok can O'na göğsünü siper etti
    O yaşamalıydı ve Anadolu düşmandan kurtulmalıydı
    * * * *
    Mustafa Kemal güveni boşa çıkarmadı
    Yurduna saldıran düşmanları perişan etti
    Kurtulanlar, ülkelerine zorlukla kaçtı
    Geride kalanlar için, acı son vardı

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  27. #20
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    46
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK BARIŞ TARAFTARIYDI
    Atatürk barış taraftarıydı
    Savaş olsun istemezdi
    Bir ülkenin başka bir ülkenin
    Sınırını geçmesine tahammül edemezdi.
    * * * *
    İnsanların birbirine düşman edilip
    Savaştırılmalarına karşıydı
    Her millet kendi sınırları içinde
    Özgür ve bağımsız yaşamalıdır, derdi.
    * * * *
    Aradan 100 yıl geçti
    Dünya milletleri Atatürk'ü örnek almadı
    Zengin milletler daha zengin olmak için
    Fakir milletleri böldüler, parçaladılar
    Onlara silah sattılar, daha da zenginleştiler.
    * * * *
    Fakir milletler, beyinlerini saran
    Prangadan kurtulamadı
    Özgür olmak istemedi
    Kişisel düşünce özgürlüğü sağlanamadı
    Karanlığa boyun eğildi
    Işık önemsenmedi.
    * * * *
    Biz Atatürkçüyüz diyelim
    Atatürk'ü örnek alalım
    Atatürk'ü sevmeyenleri
    Atatürkçü olmaya davet edelim.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------

    ATATÜRK GELDİĞİ GİBİ GİTTİ
    Sen bu yurdu kurtardın
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdun
    Tarihe ismini
    Altın harflerle yazdırdın, diyerek,
    Bir marş söylüyordum.
    * * * *
    Birden odanın ortasına
    Bir bomba düştü
    Ortalığı toz-duman kapladı
    Göz gözü görmez oldu.
    * * * *
    Ben askerde havancıydım
    Bombalara alışıktım
    İleri gözetleyiciydim
    Belimde kasatura
    Elimde telsiz, göğsümde dürbün
    Havan atışı yaptırmak için,
    Dağa, tepeye çıkardım
    Havan ile hedefin uzaklığını
    Hesap eder, ikinci atışta
    Hedefi 12'den vururdum.
    * * * *
    Tepemden bombalar geçerdi
    Ben bombadan korkmam
    Bomba benden korkar, derdim.
    Ben Türk Askeri'yim.
    Türk Askeri hiçbir şeyden korkmaz.
    * * * *
    Dediğim doğru çıktı
    Türk Askeri korkmadı
    Odanın ortasına bomba düştüğünde
    Oturduğum yerden ayağa kalktım
    Her türlü saldırıya hazırdım.
    * * * *
    Göz gözü görmeye başladığında
    Odanın ortasında bir kahraman belirdi
    Ben bu kahramanı çok iyi tanıyordum
    O kahraman Mustafa Kemal Atatürk
    Bunu biliyordum.
    * * * *
    Atatürk sağa- sola bakındı
    Benden başkasını göremedi
    Sen kimsin, adın ne,
    Bugünün tarihi nedir, diye sordu.
    * * * *
    Ben Serdar Yıldırım,
    Bugün 29-Mayıs-2021 dedim.
    * * * *
    Atatürk: Türk Askeri bombadan korkmaz
    Türk Askeri yenilmez
    Türk Askeri esir düşmez
    Türk Askeri galip gelir
    Yurduna saldıran düşmanlara karşı koyar, dedi.
    * * * *
    Odanın ortasına bir bomba daha düştü
    Ortalığı toz-duman kapladı
    Göz gözü görmez oldu
    Atatürk geldiği gibi gitti.
    * * * *
    Bir saat kendime gelemedim
    Odanın ortasında dört döndüm
    Ben kendimi gerçek sanırdım
    Atatürk gerçeği karşısında
    Hayal bile değilmişim.
    * * * *
    Şimdilerde Anadolu'da
    Atatürk, en büyük önder ve lider
    Türk insanı vatanını çok seven
    Atatürk'e minnettar.

    SON

    ------------------------------------------------------

    TAARRUZ KEMAL
    Siz Avustralya yerlileri
    İngilizler tarafından Anadolu'ya yönlendirilen
    Türkler, boyun eğmedi, diyen
    İngilizlerin esiri.
    * * * *
    Siz özgür ve mutlu yaşıyordunuz
    Hayattan bambaşka bir gelecek umuyordunuz
    Hayat, sizin bir kilonuzu bir pula satmadı
    Özgür bedenlerinizi yetmiş kiloluk bir İngiliz'e esir etti.
    * * * *
    Kitaplar yazar, gazeteler yazardı
    Anadolu' da bir Taarruz Kemal var derdi
    Haksızlığa boyun eğmez, derdi
    Yenilmez yener, ezilmez, ezer de geçer derdi.
    * * * *
    Taarruz Kemal, Anadolu'yu yurt olarak benimsemiş
    Sınırları çizmiş, biz bu sınırlar içinde
    Özgür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz, demiş.
    Siz şimdi aldatan İngiliz'e mi inansanız
    Yoksa kahramanca savaşan Taarruz Kemal'e mi inansanız?
    * * * *
    İngiliz sizi zorladı, gemilere bindirdi,
    Hedef Çanakkale'dir dedi.
    Taarruz Kemal yok artık, dedi.
    Göğsüne gelen bir kurşunla layığını buldu, dedi.
    * * * *
    Siz havanızı basarak, naralar atarak,
    Anzak Koyu' ndan Anadolu' ya ayak bastınız
    Anadolu insanı bizden korksun, dediniz
    Katliamlar yapmaya hazırdınız.
    * * * *
    Türk Ordusu' nun başında
    Alman komutanlar vardı
    Bunlar Türk Ordusu'nu geri çekerek
    Rahatça çıkartma yapmanıza izin verdi.
    * * * *
    Aradan bir gün geçti
    Taarruz Kemal geldi, dediler
    Almanlar, bütün cephelerin komutanlığını
    Taarruz Kemal'e bıraktı, dediler.
    * * * *
    Size bir bezginlik çöktü
    Bu yenilmez, bizi perişan eder dediniz
    İngiliz Komutan çok uğraştı
    Bu Kemal o Kemal değil, dedi.
    * * * *
    Mustafa Kemal Çanakkale' ye geldi
    Türk Ordusu'nu düzene soktu
    Oralarda saklanacak yer bulamadınız
    Birçoklarınız gemilere binip, kaçtınız.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırı

    ------------------------------------------

    BEN ATATÜRK SEVDALISIYIM
    Ben bir zamanlar çocuktum.
    Annem bana Karaçor derdi.
    Zayıf bir kara çocuk,
    Özgün düşünme yeteneğine sahip,
    Uygar, çağdaş,
    Geçmişi araştıran,
    Her güne yeni bir umutla başlayan,
    Geleceği kurgulayan,
    Zayıf ama güçlü, çok güçlü.
    * * * *
    Mahalle maçlarında
    Karşı takımın golcüsü iyiyse
    Kaleci.
    Maç normalde devam ediyorsa
    Golcü.
    Kaleciyse penaltı kurtaran,
    Golcüyse hata affetmeyen.
    * * * *
    Babam öğretmendi, Atatürk derdi.
    Annem ev hanımı, Atatürk dedi.
    Ben de uygar, çağdaşım ya
    Atatürk, Atatürk, Atatürk dedim.
    * * * *
    Benim kalbim Atatürk der atar.
    Benim beynim Atatürk der çalışır.
    Benim damarımda kan, Atatürk der dolaşır.
    Atatürk demeden güne başlarsam,
    Ayaklarım birbirine dolaşır.
    * * * *
    Ben Atatürk sevdalısıyım.
    Atatürk için bir şeyler yapmak çabasındayım.
    Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde
    İnsanlar yeni bir güne umutla başlıyorsa
    Bunu Atatürk'e borçludur.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım
    .
    ------------------------------------------------

    ATATÜRK ÇAĞI
    İlk Çağ, Orta Çağ
    Yeni Çağ, Yakın Çağ
    Yakın Çağ 1789
    Fransız Devrimi'yle başladı
    Sonrasında
    Atom Çağı, Uzay Çağı dediler
    Mayasız sütten yoğurt olmadı
    Aradan 211 yıl geçti
    2000 yılına girildi
    Atatürk Çağı başladı.
    * * * *
    Atatürk Çağı dünyaya barış getirdi
    Atatürk Çağı dünyaya kardeşlik getirdi
    Bir milletin başka bir millete baskısını sildi
    Her milletin kendi bayrağı altında toplanmasını sağladı.
    * * * *
    Bu durum 2020 yılında sağlandı mı?
    Hayır, sağlanmadı
    Sağlanması zaman alır mı?
    Evet, alır
    Dünyada yaşayan insanlara
    İyiliksever fikirleri kabul ettirmek
    Zordur, çok zordur.
    * * * *
    Ey dünyalı, Atatürk Çağı başladı
    Bunun farkında olmalısın
    Atatürk Çağı'nı kabul edenlerin
    En başında sen olmalısın.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ------------------------------------------------

    BEN MUSTAFA KEMAL OLSAYDIM
    Selanik'te doğsaydım
    Şemsi Efendi İlkokulu'nda okusaydım
    24 yaşında yüzbaşı olsaydım
    Yurdun kurtuluşu yolunda adım atsaydım.
    * * * *
    Tayin olduğum her yerde
    Suriye'de, Sofya'da
    İki-üç subay arkadaşım bile olsa
    Örgütlenseydim, onlarla haberleşseydim.
    * * * *
    Sonunda Çanakkale'ye gelseydim
    Komutayı ele alsaydım
    İngiliz, Fransız savaş gemilerini
    Boğazın karanlık sularına gömseydim.
    * * * *
    19-Mayıs-1919' da
    Samsun'a çıksaydım
    Amasya Tamimi'ni yayımlasaydım
    Erzurum ve Sivas Kongrelerini yapsaydım.
    * * * *
    Ben Mustafa Kemal olsaydım
    Bunları başarabilseydim
    Böylesine büyük ve görkemli olabilseydim
    Tarihe ismimi altın harflerle yazdırabilseydim.
    * * * *
    Bu yazdıklarımı ben başaramazdım
    İki kişiyi bir araya getirip örgütleyemezdim
    Conkbayırı'nda gece saat 04:30'da
    Hücum deyip ileri atıldığımda
    Asker peşimden gelmezdi.
    * * * *
    Ben Mustafa Kemal olmaya özendim
    Keşke Mustafa Kemal olsam dedim
    Dünyada yaşayan insan neslinin
    Mustafa Kemalci olması tek dileğim.
    * * * *
    Ey gelecek yeni nesiller
    İnsan evlatları, Türk çocukları
    Mustafa Kemal Atatürk'ü unutmayın
    Özgür ve bağımsız kalın.
    * * * *
    Kimse size baskı yapamaz
    Böyle düşüneceksin diyemez
    Beyninize pranga vuramaz
    Çağ dışı bir yaşamı bugüne uyarlayamaz.
    * * * *
    Dün yoktur, kaybolmuştur
    Bugün Atatürk vardır
    Yarın yine Atatürk var olacaktır
    Atatürk sonsuza kadar var olacaktır.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  28. Serdar Yıldırım üyemize teşekkür edenler:

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 3 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 3 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
Yukari Çik